Yeğenim üniversitede Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünü kazanınca, içim cız etti ama ne kendisine ne de annesine bir şey söylemedim. Ne yapsın çocuk, puanı ona yetmiştir veya ille de o bölümde okumak istiyordur. Herkesin rehberlikle benim gibi bir derdi, geçmişi olmayabilir.
***
Yetmişli yılların başlarından itibaren Türkiye’de bazı okullarda pilot uygulama olarak rehberlik programları başlatılmıştı.
Bu servisler kısaca: oryantasyon, öğrenciyi tanıma, danışma ve yetiştirme, bilgi toplama ve yöneltme, izleme ve değerlendirme yapacaklardı.
***
Yıl 1976. Lisedeyiz. Türkiye’de 71 Hareketi’nin kanlı bastırılmasından sonra 1974 affıyla ortalık yeniden civcivlenmeye başlamış.
Okuduğum lisede idare “tebeşir parası” adı altında para toplamaya başladı. Toplanacak para öyle atla deve değil aslında. Ama yaşımız ve ülkenin yeniden yeşillenmeye başlaması sonucu “eylem” için havadan nem kapar haldeyiz!
O günler bugünlere benzemiyor tabii. Şimdi milletin elindeki ekmeği alıyorsun, üstüne de donunu alsan kıçından, devamında da tınlamayacak sanki. Stres topu gibi bir halk olduk.
Velhasıl, “sen misin ücretsiz eğitimin olduğu yerde tebeşir parası toplayan!” deyip sınıfı örgütleyip kazan kaldırdık. O zamanlar henüz 49.5 fraksiyon falan yok aramızda. Arkadaşlık bağıyla anca beraber, kanca beraberiz. Üstelik o sıralarda şehirdeki Karadeniz Dev-Genç’lilerden bize “kafa kol” çeken de yok. Biz bağımsız bir şekilde devrim yoluna taşları döşüyoruz. Dernekçiler de bir âlem! Sınıfta hepimiz cıva gibi çocuklarız. Üstelik fen koluyuz ve maşallah takdirliğiz. Al biraz işle: hazır kadro! Daha sonraları baktık, onlar bize gelmedi, biz onların mekânına(derneğine) kendi ayaklarımızla gittik. Gidiş o gidiş.
***
Sınıflarda tebeşir parası toplanamadığından ve okul idarecileri de biz elebaşıları ikna edemediğinden bizim sınıfa idare taze kuvvet olarak “Rehberlikçi”yi gönderdi.
Rehberlikçinin üslubu idareninki gibi değil. Bizlere yakın gibi duruyor ama biz gevşemiyoruz, sonuçta o da idarenin tarafında.
Rehberlikçi sınıftan çıkarken bana “Lütfen sen odama gelir misin?” deyince, ders çıkışında gidip çaldım kapısını.
Benim sınıfta, bu eyleme niye kalkıştığımızı anlatmaya çalıştığım iki paragraflık konuşmam, daha doğrusu cümlelerim Rehberlikçinin dikkatini çekmiş ve onun için çağırmış beni odasına.
***
O zamana dek biz rehberlik bölümünün adını duyunca hep dalga geçerdik arkadaşlarımızla: bunalımlı, sıkıntılı, ve âşık birine rastladığımızda “Git konuş psikolojik danışmana!” diye.
Dahası biz o zamana dek bir telefon rehberini, bir de turist rehberini bilirdik toplumca…
Aslında arkadaşlarımızla birlikte Rehberlikçiden baştan beri şüpheleniyoruz. Hani görevi gereği bizleri izleyip de idareye rapor eder, diye. Bir de işin içinde psikoloji de olunca, uzattırarak ayaklarımızı bizi çocukluğumuza döndürerek tüm sırlarımızı alacak sanki! O yüzden temkinliyiz kendisine karşı.
***
O günlerde haftada bir Rehberlikçiyle odasında sohbet ediyoruz. O beni çaktırmadan deşiyor, çeşitli konularda neler düşündüğümü öğrenmeye çalışıyor dolaylı yollardan. Bu yüzden odasında kendisiyle konuşurken, kendimi ele vermemek için cins cins yanıtlar vererek onu ters köşeye yatırmaya çalışıyorum aklımca. Okumam için kitaplar öneriyor, araştırmam için kavramlar söylüyor. Ben de bunları not ediyorum. Sonra da araştırıp okuyorum.
“Arkadaşlarının arasında ayrımcılık yaptığım düşünülmesin diye görüşmelerimizin içeriğinden onlara söz etme,” diyor bana. Kendisine “tamam,” dedim ama uygulaması pek kolay olmadı. Zira kem küm etmeyi ve yalan söylemeyi becermek zor iş.
Bu cephede işler iyi giderken arkadaşlardan mızırdanmalar başladı; onlarla birlikte olma zamanımdan çalıyormuşum, diye. Arkadaşlarımı zor da olsa dil dökerek yumuşattım. Ama iş onlarla bitmiyor ki!
***
Sınıfta utana sıkıla platonik aşamasından flört aşamasına geçmeye uğraştığım bir arkadaşım var ki o da sonunda resmi bir tavırla:
-Seninle konuşmamız gerek artık!
diye cümleyi kurunca benim etekler tutuştu!
Tehlike sinyalini alınca, kafamda hazırlık yapıyorum ki bu vartayı da atlatayım. Ne de olsa zeki çocuğum; Rehberlikçinin bana çok yararı olacağını, çok zorda kalırsam da onunla konuştuklarımızı açık açık anlatırım ve böylece çemberi yararım diye düşünüyorum.
Ama öyle olmadı. Kazın ayağı başka çıktı. Teneffüste lisenin bahçesinde konuşurken kız arkadaşım üzüntülü bir yüz ve sesle:
-Seninle artık ilişkimi kesmek zorundayım. Okulda herkes senin psikolojik durumunun iyi olmadığını, Rehberlikçinin onun için seninle özel olarak ilgilendiğini konuşuyor. Dayımın oğlu var; o da psikolojik olarak rahatsızlanınca üniversiteyi bitiremedi… Onun için kusura bakma, hoşça kal…
Çocukluğumda yetiştiğim arastada öğrendiğim küfürleri okullu olunca bırakmaya çalıştım ama boşunaymış; unutmaya çalıştığım tüm küfürleri hatırlayarak Rehberlikçiyi ve yedi sülalesini ben nasıl yad etmeyeyim?
O gün bu gündür rehberlikçilerden uzak dururum.
Haksız mıyım?
Not: Fotoğraf, “Rehberlikçi” ile yaptığım görüşmelerde kurşun kalemle aldığım notlar.