Türkiye Cumhurbaşkanı bugün “demokrasi tarihimiz”de bir ilke daha imza attı. Rize’de meydanı dolduran on binlerce kişiye “İdam! İdam!” diye slogan attırdı.
Doğrusu anlayamadım. Acaba bu bir hazırlık mı, diye düşündüm; bugünlerde erken seçimlerden söz ediliyor ya, yoksa bu seçimlere de AKP, “Halk idam istiyor!” diye bir sloganla mı girecek?
Doğrusu biraz da tuhaf oldum ve aklım yakın geçmişe gitti.. Kimsenin “İdam! İdam!” diye bağırmadığı, fakat idamların da önünün ardının kesilmediği günlere…
***
Eski değil, nispeten yakın tarihlere kadar bizde de idam cezası vardı: Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 146’ncı maddesi. Bu madde katillerden, canilerden çok siyaset adamlarını korkutuyordu. Herhalde biraz da gelenek meselesi. Osmanlılarda “siyaset etmek”, zaten birini “idam etmek” anlamına geliyordu. Ahmet Mumcu’nun bu konuda “Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl” diye bir eseri de vardır. Sonra devir değişti; zamana uyduk, modern Ceza Kanunu’muzu da Faşist İtalya’dan aldık. TCK’nın 146. maddesi şöyleydi: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını, tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, idam cezasına mahkûm olur”. Darbeci Talat Aydemir de, darbe kurbanı Menderes de bu maddeye göre yargılandı ve asıldılar. Ve bir darbeyle alakası olmayan daha niceleri..
***
Toplumlar bazen doğa felaketlerine uğrarlar. Sel şeklinde, fırtına şeklinde, deprem şeklinde.. Bazen de kendi yönetimleri bir doğa felaketine dönüşür.. Halkın isteğiyle, halkın katılımıyla, halkın alkışları arasında!
Daha 16. yüzyılın ortalarında, E. de la Boétie, Gönüllü Kölelik Üzerine Söylev başlıklı bir kitap yazmıştı. Bu küçük eserinde, yazar, diktatörlüğün ağır bir eleştirisini yapıyor ve savaşlarda kahramanca çarpışan yüz binlerce, milyonlarca kişinin, nasıl olup da tek bir kişinin karşısında uysal ve çaresiz kaldığına şaşırıyordu. Kitleler, nasıl olup da kendi iradelerinin ürününe “doğa olayı” gibi katlanıyorlardı? O gün bugün, insanların Boétie’den pek de büyük bir ders almadıkları anlaşılıyor. 1933’te Alman halkının başına gelenler, bu “doğa felaketleri”nin en fecisi gibi görünmüyor mu? Belki gelmiş geçmiş tüm fırtınalardan, tüm depremlerden daha çok hasar yapmadı mı?
***
Benzetmek gibi olmasın ama günümüzde de dünya üzerinde kara bulutlar esiyor. Tabii bu arada Türkiye üzerinde de! Sizce, halkı meydanlarda “İdam! İdam!” diye bağıran bir ülke, nasıl bir rejim istiyor, nasıl bir rejime layık demektir? Yine de ben genelleştirmemekten yanayım.
Aslında bu halk, tarihinde örnek bir demokrasi yaratamamış olsa da, güzel atasözleri yaratmış bulunuyor. Bunlardan biri de “kendi düşen ağlamaz!” diyor!.. İyi de düşersek hep beraber düşeceğiz; düşmemek için seferber olmamız gerekmez mi?