Öğrenciliğimde yaz tatillerinde minibüsle bakliyat sattım. Yok, sandığınız gibi değil. Çuvallar içindeydi o zamanlar pirinç, bulgur, mercimek… Kilo hesabı tartar verirdik kese kağıdıyla müşteriye.
O yıllarda hep hayalimdi benim; birer kiloluk ambalajlarda bu bakliyatları pazarlamak, Anadolu’nun her tarafına araçlarla sevk etmek istiyordum. Olmadı, şartlar başka türlü gelişti, birileri bakliyatları kiloluk poşetlere soktu sonraları.
Abim, bu hayalimin bir başka türlüsünü yaptı ama. O yıllarda pazarlama sektörü Türkiye’de zirvedeydi. Zeki adamdı, üstüne de matematik okuyunca üniversitede, sonuç muhteşem oldu.
Birikmişi, kredisi falan derken çekti minibüs filosunu şirketinin önüne. Doldurdu içini küçük ev eşyalarıyla, istikâmet: Anadolu! Firmasının ismi de şahaneydi: Yürüyen Mağazalar Zinciri.
Demek ki neymiş? İhtiyacı önceden göreceksin ve zamanlamayı da kaçırmayacaksın. Ben abim gibi üniversiteyi bitiremedim ama hayat üniversitenin daniskası! Devrimcilik, 12 Eylül derken, okuyarak değil de yaşayarak öğrenmek bana düştü.
***
Yaşadıklarımdan öğrendiklerimle hayata bakıyorum. Ben bildiğimce anlatayım, herkes âlim olacak değil ya.
Arsa spekülatörleri ne yapar? Tecrübeleriyle, öngörüleriyle nerelerde arsaların kaç vakte kadar değerleneceğini düşünüp veya imar planlarında herkesin görmediğini görüp kendine hedef belirlediği yerlere yatırım yaparak kısa sürede köşe olurlar.
Kimileri de toplumun ihtiyacını başkalarından önce fark edip o yönde hazırlıklar yaparak hatta bunu kurduğu işletmeyle hayata geçirirler ve halkın tabiriyle “voleyi vururlar”.
Benim arsa spekülatörü olmak gibi bir derdim yok ama benim ve bizim kuşağın halkların mutluluğunun devrimle sağlanacağına dair inancımız var. Biz inanmaya devam edelim de insan ömrü buna vade biçiyor.
***
Şimdi taşları yerine koyup düşünmeli. Bunca yıldır ruhumuza işleyen ve saygıyla hürmetlerimizi hak eden ideolojimizin söyledikleri var, fakat ortada da hâlâ bir gerçek var ki kedinin ciğere baktığı gibi bakıyoruz en ulaşılmaz sevgilimiz devrime.
Hadi diyelim, Türkiye eski Türkiye değil; kapitalizm ve işçi sınıfı gelişti-işçi sınıfının ve örgütlerinin esamisi okunmasa da günümüzde- mazide parlak günleri de oldu. Köylülerin de oldu bu ülkede düzen karşıtı eylemleri. Öğrenciler iyi ki varlardı her dönem…
1917’den bu yana asrı geçtik. Gramsci’nin dediği gibi, Lenin’in önderliğinde Rus halkı “Kapital’e Karşı Devrim”i ne de güzel yapmış ve yaşatmış yetmiş yıl…
İdeolojinin hafızları gibi yine inanalım ve söyleyelim sorun değil: işçi sınıfı örgütlenip kapitalizmi yerle bir edecektir!
Hani, 1917’deki gibi biraz Ruslaşmakta ne kötülük var ki? 1917’de Rus halkı ve önderleri demiş mi ki “İşçi sınıfı örgütlenmesini geliştirelim de öyle alalım iktidarı”? Açlık tehlikesi karşısında tüm halk tek vücut olup kesmiş biletini Çarlığın.
Bunları söylüyorum diye hayalci ve özentici demesin kimse bana! Benim derdim üzüm yemek!
İşçi sınıfı ve örgütleri gelişip büyüyecekse, gelişsin büyüsün; göğsümüz kabarır. Öte yandan bir çekirdek öncü Partimiz olsa, ama içinde koftiden şefler olmasın eskiden olduğu gibi. Devrimin kokusunu alacak, görülmeyeni önceden görecek insanlar olsa bu çekirdekte. Hepsi de nöbetçi devrimciler olacak ama.
Gezi’nin olacağını, nereye varacağını iktidar da, yapanlar da bildi mi önceden? Yani demem şu ki çıkmadık candan nasıl umut kesilmezse, devrimden ve halktan da umut kesilmez. Kaldı ki insan sevgilisine ihanet eder mi?