Siz iktidar çevrelerinin “Yaşasın Ulu Hakan!” çığlıklarına bakmayın; çılgın projeler çağındayız ve uygulanan politika da korkak Sultan Hamid’inkinden çok, gözü kara Enver Paşa’nınkine benziyor. MHP’li “Ülkücüler” ve kendilerini “Mustafa Kemal’in askerleri” sanan Vatan partililer de bu politikayı bu nedenle destekliyorlar.
Evet, dünyaya meydan okuyoruz ve Başkan Erdoğan da “diplomaside destanlar yazıyoruz!” diyor.
***
Aslında Enver zamanında da söylenen buydu. Ne var ki yapılanlar bambaşka sonuçlar verdi. Ve başımıza gelenleri anlatmak da, yıllar sonra, bir bilge yazarımıza düştü: “Bir realite hissi ile değil, bir tarih hissi ile kendimizi zorluyorduk!”, diyordu F. R. Atay, Zeytindağı’nda; “Şam, evimiz kadar bizim; Lübnan, bahçemiz kadar bizim (…) Ve kendimizi otelciye, lokantacıya, hatta posta memuruna anlatmak için yavaş yavaş Arapça öğreniyorduk!”
***
Enver ve arkadaşları sadece Şam’ı, Lübnan’ı değil, Mısır’ı da kurtarmayı planlamış ve bunun için de Kanal Hareketi’ni düzenlemişlerdi. Önce Saray’da “Huzur Dersi” yapılmış ve Sultan’ın huzurunda Enver ve Talat paşalar “Allah’ın hükmü zahir oluncaya kadar Mısır diyarından ayrılmayacağız” diyen Kuran ayetini gözyaşları içinde dinlemişlerdi. Oysa Kanal macerasını anlatmak da yine Atay’a düştü ve yazar, yine Zeytindağı’nda, durumu şöyle özetledi: “Bu uzun destan, iki cümlelik bir İngiliz tebliği ile bitti: ‘Düşman Şubat’ın üçüncü günü üç buçukta Kanal’ı geçmek için azimli bir teşebbüste bulunmuşsa da eriyip gitmiştir’ ”.
***
Aradan yüz yıl geçti; artık başkalarının topraklarında gözümüz yok; bu kez Suriye’de, “Arap, Kürt ve Türkmen kardeşlerimizi Esed’in zulmünden kurtarmak için” günleri sayıyoruz. Yüz yıl önce İttihatçılar Kayser’e bakıyorlardı; bugün ise gözler Beyaz Saray’da. Erdoğan, Trump’a şart koştu: Hareketi Pentagon’un “lojistik desteği” ile gerçekleştireceğiz. Ne var ki Esad da yalnız değil; uçak ve uçaksavarlarıyla Rusya, Hizbullah çeteleriyle de İran var arkasında! Kaldı ki Temmuz 2018’deki Trump-Putin zirvesinde, ABD Başkanı’nın Suriye’de Esad yönetimine razı olduğunu da bizzat ABD basını ilan etti. Hatta sonunda Dışişleri bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu bile, yapılacak seçimi kazanması halinde Türkiye’nin de Esad’la çalışabileceğini söyledi. Sanki varılan noktada, ortada Esad’dan başka bir aday varmış gibi? Sanki Esad muhaliflerinin çoğu, artık Suriye’de değil de, Türkiye’de yaşamıyormuş gibi?
***
İşte durum bu, yine de hazırlıklar ilerliyor. Trump yeşil ışık yaktı; Fırat’ın doğusunu da kontrol altına alacağız ve destan yazmaya devam edeceğiz!
Fakat hayret! Yandaş basından hiç de sevinç çığlıkları gelmiyor; sönük alkış seslerinin arasına kaygılı notalar da karışıyor. Örneğin H. Kaplan, Sabah’ta, “Yükümüz Ağırlaştı” başlığı altında, “bu geri çekilişin evrildiği yön, gittikçe Türkiye’yi muazzam bir yükün altına sokmaya doğru gidiyor” diyor. M. Barlas ise, aynı gazetede, üzüntüyle, “diplomatik destan”ımızın bölgede nasıl algılandığını şöyle açıklıyor: “Erdoğan’a öfkeyle ve hatta nefretle yaklaşanların arasında Suriye’nin Esad’ı, İsrail’in Netanyahu’su, Mısır’ın Sisi’si ve Suudi Arabistan’ın Muhammed bin Selman’ı da vardır” (Sabah, 26 Aralık). Az buz bir liste değil; eksiği var, fazlası yok!
***
Düşmanlar tamam; bir de dostlarımızı sayabilsek? Örneğin Şia hegemonyasını Yemen’e bile yaymaya çalışan bir İran, Türkiye’nin dostu mu? Ya da bir büyükelçisi ile bir yarbay pilotu bu topraklarda öldürülmüş olan, üstelik Ukrayna ve Kırım politikalarına şiddetle karşı çıkılan Rusya? Kaldı ki yandaş medyada, “Bu da Trump’ın yeni bir numarası olmasın?” diye kuşku duyanlar da eksik değil! Onları temsilen de, Y. Kaplan, Yeni Şafak’ta “Trump’ın ‘Suriye’den çekiliyoruz’ açıklaması, ABD’nin görünüşte Suriye’den çekileceği ama gerçekte Suriye’ye yerleştiği, özellikle de bundan böyle terör örgütleri üzerinden Suriye’ye müdahale edeceği anlamına geliyor” diyor (Yeni Şafak, 21 Aralık 2018). Ve bütün bunlar da “komşularla sıfır sorun!” sloganıyla başlayan bir politikanın, destan yaza yaza hangi noktaya vardığını acı bir şekilde ortaya koyuyor.
***
Bana kalırsa değerli sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in anlatmak istedikleri de tam buydu. Kimseyi tehdit edecek halleri yoktu ve felaket tellallığı da yapmıyorlardı. Sadece bir takım tarihi trajedileri, “Allah göstermesin; kimse istemez bunları!” diye hatırlatıyorlardı. Aslında şu sırada AKP ve Erdoğan’ı korumak isteyenlerin söylemeleri gerekenleri söylemişlerdi. Oysa kapılarında polisi, karşılarında da hâkimi buldular. Bu da “destan”ın yurt içinde yazılan sayfalarından biriydi. Ve hep beraber 2019 yılına böyle bir Türkiye ile giriyoruz!