NURETTİN ÖZTATAR
Dün SBF-Mülkiye’den Özlem Albayrak’ın, Şenay Aydemir’in kitabına ilişkin facebook paylaşımını görünce, akşam ilk işim gidip kitabı almak oldu. Yaklaşık bir saat önce de bitirdim Şenay’ın anılarını(!) 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı altbaşlıklı Organik Bozukluk adlı kitap sanırım Şenay’ın ilk kitabı. Peki, Şenay kim? Mülkiyelilere biraz ondan bahsedip sonra kitaba geçelim.
Şenay Aydemir tıpkı benim gibi Mülkiye’de okuyup Mülkiye’yi bitiremeyenlerden. Mülkiye’deyken öğrenci derneğinin çıkardığı nitelikli bir öğrenci gazetesi olan Üniversiteli’de sinema yazılarına başladı. Okulu bıraktıktan sonra Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde devam ettirdiği sinema eleştirmenliği konusunda bence Türkiye’nin önemli sinema eleştirmenlerinden biri oldu.
“Çalışkan”, başarılı bir kişinin tembellik hakkına ilişkin yazması garipsenebilir belki ama kitabı okuyunca, iş, çalışma, başarı, para gibi konularda dünyanın kitabın başlığının aksine inorganik ve yapay bir bozukluğun pratik dayanaklarına oldukça etkili biçimde değinildiğini gördüm.
Bir anı kitabı olarak da değerlendirilebilecek kitapta Şenay’ın, işsizlik ve çalışma çılgınlığı üzerinden denemelere de giriştiği söylenebilir.
“Hayat her gün, her fırsatta aslında işsiz olduğunuzu hatırlatır size. Bazen sevgili, bazen anne, bazen bir pantolon ve en acıklısı da bir meyhane olarak çıkar karşınıza. Siz tembelliğe tutundukça, hayat işsizlikle saldırır. Her gün aynı noktadan, çalışmanın kutsallığından vurmaya çalışır sizi. Vura vura aşındırır o noktayı ve bir gün gelir, altı gün çalışıp bir günlük saadet için tembelliğin saltanatını bırakmanız gerektiğini düşünmeye başlarsınız.”
Lafargue’nin ünlü Tembellik Hakkı kitabından yola çıkan Şenay, işsiz olarak geçirdiği bir dönemde, çalışmanın kutsallığı anlayışını sorguluyor. Nazi toplama kamplarının girişlerinde de yer alan meşhur “Arbeit macht frei” sözüyle biten kitapta, çalışırken yapılamayan “iş”lerin işsizken ne ölçüde yapılabileceği, daha doğrusu bunun sınırının ne olduğu üzerine de düşünen Şenay, bugünlerde art arda yaşanan açığa almalar nedeniyle pek çok insanın yaşadığı tedirginliği anlamamıza yardımcı olacak değerlendirmeler de yapıyor.
Okurken, Mersin Üniversitesi’nde öğretim üyesiyken Barış İçin Akademisyenlerin “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirisine imza attığı için işten çıkarılan Bediz Yılmaz’ın veda mektubunda yer alan bir sözü aklıma ilk gelen sözdü. Yılmaz, mulkiyehaber.net’te de yayımlanan (http://mulkiyehaber.net/?p=16620) yazısında “…emekliliğe ertelediğim hayallerime bu erken yaşta yaklaşmamı sağladığı için kendisine ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Bundan sonra başka bir dünyanın mümkün kılınması için permakültüre, gdo’suz tohumların çoğalmasına, üreticinin ürünlerinin doğrudan tüketiciye ulaşmasına çaba harcayabileceğim. Mülteci çocukların eğitimi için başlattığımız küçük girişimleri büyütebileceğim. Kısacası kendi gönlümce bir yaşamın örülmesi için emek verebileceğim.” diyordu.
Şenay da bir işsiz çalışırken hep ertelenmek zorunda bırakılan hayallerini anlatıyor. İnsanın hayallerinin gerçekleştirebilmesinin koşulu çalışmak, daha çok çalışmak değil, çalışma süresini olabildiğince kısaltmaktan geçmiyor mu?
Çalışmak geçim için yapıldığında lanetli bir uğraş haline gelir. Yani Almanların ve onlardan feyz olan bütün kapitalistlerin söylediğinin aksine, çalışmak köleleştirir. Çalışma dışındaki zamanın tamamının da emek gücünün yeniden üretimine ayrılmasının neredeyse zorunlu hale getirildiği bir sistemde, ister fabrikada çalışsın, ister sanatçı olsun bütün insanlara kar elde etmenin araçları olarak bakılır. Çalışmanın bütün dinlerde kutsanmasının nedeni de çok farklı değil. Onların ihtiyacı “Ölemeyecek kadar canlı, yaşayamayacak kadar ölü” insanlardır. Daha kötüsü aynı çarka sıkıştırılan insanlar da birbirlerini kazandıkları para ve bu sayede yapabildikleri üzerinden sınıflandırabilir.
Galiba bu çarktan kurtulmanın ilk adımı, pratik olarak bunu başarabilmenin neredeyse imkansızlığını bir tarafa bırakıp, düşünsel olarak bu dayatmadan kurtulabilmekten geçiyor. “Öğlenden önce balık tutmaya gidip öğlenden sonra toplumun gerçek ihtiyaçları için üretim yapabildiğimiz bir dünya” kurulana kadar “bunu yapmak zorundayım” demekten kurtulmamız çok önemli.
Bir dönem bir tv dizisi karakteri olan, daha sonra da “Mandıra Filozofu” adıyla çekilen iki sinema filminin ikincisinde geçen bir diyalogda, “Bütün önemli icatların tembellerin eseri olduğu” söyleniyordu. Ama, hımbılların ya da Oblomovların değil bilinçli (!) tembellerin!
Şenay’ın kitabını bunları düşünerek okudum. Bakalım sizde neler çağrıştıracak?
Kitapla ilgili Şenay Aydemir’le yapılan söyleşi için: http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/tembellik-himbillik-demek-degil-434573
Organik Bozukluk, 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı, Şenay Aydemir, Can Yayınları-Ağustos 2016