Asilzade değiliz ama babadan geçme farklı yiyecekleri tatma, tanıma merakım var. Biraz da okuryazar olunca yemek kültürü ile ilgili kitapları karıştırıyor insan. Vedat Milör gibi önümüze sofralar serilmeyeceğine göre iş başa düşüyor.
Evde Takuhi Tovmasyan’ın ‘’Sofranız Şen Olsun’’ isimli yemek- anı kitabını okuyoruz. Ülkede eski komşularımızdan pek kalmadıysa da hiç olmazsa yemeklerini tanıyalım. Yemek kültürü bahsinde hep duyduk adını ama hiç kısmet olmamıştı tatmak. Bir ara gazetede okumuştum; İstanbul’da İstiklal caddesinde belli saatlerde birisi seyyar olarak satıyormuş diye. Sadece okumuş, duymuş olduk; ne satıcısıyla ne kendisiyle tanışamadık topiğin.
***
Deniz kıyısında oturduğumuz köyde evimizin karşısında kışın boş duran eve o yaz baktık bir aile geldi. Yazlık olarak kullanıyorlarmış evlerini. İstanbul’danmışlar. Bitişik komşuları arkadaşımız o sayede onlarla tanışmış olduk. Şivelerinde ve telaffuzlarında bir farklılık var. Ben de kök itibariyle buranın yerlisi değilim ama hâlâ kimse anlamaz benim Karadenizli olduğumu.
Yeni tanıştık, soramıyorum hemen: “ Memleket neresi hemşerim?” diye! Tanıştığımız evde masanın üzerinde gazeteler duruyor. Birinin manşeti “1915 Olayları”yla ilgili. Yeni tanıştığımız İstanbullu bey o gazeteyi eline alıp homurdanarak inceliyor. Yüzü gerginleşiyor.
Ben sinyali alıyorum böylece. Lafa girip gazetenin manşetindeki ırkçılığı eleştirmeye başlıyorum. Ama adamın ağzını bıçak açmıyor. Belli ki yoğurdu üfleyerek yiyor. Biz kalkarken İstanbullu yazlıkçılar yarın için evlerine davet ediyorlar bizi. ‘Tamam’ diyoruz.
Ertesi gün yanımıza yiyecek bir şeyler alıp davete icabet edeceğiz. Dün yarım kalan mevzuyu halletmem lazım. Bunun için önce güven vermek gerek insanlara. En iyisi yanımda solcu bir gazete götüreyim, diyorum. Köy bakkalında Cumhuriyet’ten öte sol gazete yok. Ki o gazete de o bahiste sabıkalı bir geçmişe sahip; baltayı taşa vurmak da var.
Zuladaki bizim eski fraksiyon dergilerinden birini alıp gitsem elime… Bunca yıl sonra kim bilir ki o dergiyi, müzelik oldu zaten. En iyisi “Camın Buğusuna Yazılanlar” şiir kitabımı götüreyim, imzalarım da. Hem içinde aşk şiirlerimin yanı sıra birkaç tane de devrimci şiir var. İşe yarar diye düşünüyorum.
Şiir kitabımı imzalayıp veriyorum aileye. Peşinden Mıgırdiç Margosyan’dan, kitaplarından, onunla tanıştığımdan söz açıyorum. Açmaz olaydım! İstanbullu beyefendinin yüzü yine geriliyor. Ne yaptık arkadaş? Margosyan dedik, Gâvur Mahallesi dedik, Diyarbakır dedik. Kötü mü ettik? Kötü etmişim. İstanbullu adam Margosyan’la aynı okulda okumuş ve Margosyan okulda “abi” konumunda ve çok “disiplinli” imiş…
Anlaşıldı, burası çıkmaz sokak deyip viraj alıyorum. Tabii, diyorum, herkes Margosyan’ı sevecek diye bir şey yok, zaten birkaç kitabını okumuştum. Baltayı taşa vurduk ama en azından bir giriş yaptık konuya. Eh artık lafı “ Sofranız Şen Olsun”a getirip topiğe bağlamak en iyisi. Okuduklarımdan küçük bir sunum yapıyorum ev halkına topikle ilgili. Topiğin çok övüldüğünü, lezzetinin muhteşem olduğunu ve tadını çok merak ettiğimi anlatıyorum.
Sohbetle ortam ısınınca cesaretlenip evin hanımına “Kitaba göre malzemeleri alsam, size zahmet bize topik yapar mısınız?” sorum karşısında Seda hanım isteksiz isteksiz “ Biz yılda ancak bir kez yaparız ve az yeriz…” diyor. Ben ‘topik yapmak zor onun için üşeniyor’ diye kafamdan geçiriyorum ama ısrarımdan vazgeçmiyorum. Çarşıya gidip kitaptaki listeye göre malzemeleri marketten, aktardan tamamlayıp sevinçle Seda hanıma teslim edip eve dönüyorum.
***
Ertesi gün öğlen telefonla müjdeyi alıyorum: topik hazır. Bir koşu gidip alıyorum. Buzdolabından çıkarıp veriyor topik tepsisini. Tepsinin üzerinde sıra sıra topikler. Kitaba göre aldığım malzemeler on kişilikmiş. Teşekkür ederken Seda hanım “ Afiyet olsun, dolapta dursun, dikkatli yiyiniz,” diyor. Niye “dikkatliyse”, balık değil ki kılçığı olsun!
Biz başlıyoruz ilk dakikada topikleri tırtıklamaya başlıyoruz. Tırtıklamayla olacak iş değil. Çatal, kaşık girişiyoruz. Bu nasıl bir tat arkadaş? Lezzet bombası. Dilimdeki, ağzımdaki tüm tat merkezlerine hitap ediyor, çıldırtıyor insanı. Resmen damak orgazmı bu! Var mıydı böyle bir kavram? Belki de katkım oldu yemek literatürüne!
Bu topik damak tadıma tam hitap etti. Bu ülke vatandaşıyım ama içime bir kurt düştü vallahi. Acaba ırklarla damak arasında bir bağ var mı? Bir de “Göz yanılır damak yanılmaz sözü,” aklıma geliyor. Temelli işkilleniyorum! Bizimkilerin soy ağacı tutma alışkanlığı yok. Anlatılana inanacağız mecburen!
Kıtlıktan çıkmışcasına, arkamızdan atlı kovalıyormuşcasına yedik topikleri. Nasıl olsa karnımız zevkle doydu. Kitabı, başka nefis tatlar belirlemek için tekrar karıştırmaya başlıyoruz.
Bir süre sonra biz biz değiliz artık. Karnımız çatlayacak gazdan. İçimde patlayacağına dışımda patlasın! İnsanoğlu işte böyle bencil oluyor sıkışınca. Ardı arkası kesilmiyor. İlistire döndü ozon tabakası. Çevreciliğimiz de yalan oldu.
Evin içinde durulacak gibi değil, terasa atıyorum kendimi. Kulağım evin kapısında. Ne olur misafir gelmesin, kimse gelmesin diye dua ediyorum. Lafla halledilecek bir durum değil. Aklıma gelmedi değil; gözlerime bakıp kuyruğunu sallayan Beyaz’a mı suçu atsam yoksa, diye?
Neyse ki hava karardı. Gündüzü hallettik. Gece; ne lamba ne televizyon hiç birini açmamak lazım. Ses de çıkarmamalı. Tıp! Evde kimse yok.
O gece sabah ezanıyla ancak uykuya dalabildim. Kitabı yazana kızmadım değil; ilaçların prospektüslerinde yazdığı gibi bir cümlecik tarifin altına yazılsaydı ya topiğin endikasyonları, dipnot da olurdu.
Aslında Seda hanım da hatalı. Uyarsana beni komşum, bir garezin mi var bize? Duş alıp Seda hanımı arıyorum telefonla:
“Seda hanımcığım bu topik ne yaman bir topikmiş! Sabaha dek uyuyamadım. Bende değişik reaksiyonlara sebep oldu!”
Seda hanım gülmekten fırsat buldukça cümlelerini tamamlıyor:
“Komşucuğum ben size söylemeye çaliştim ama anlamadiniz. Biz pek yemeyiz o mereti.”
Şimdi oturup muhasebe yapmalıyım: o lezzetten vazgeçebilir miyim, yoksa yan etkilerine katlanabilir miyim ?