Bu satırları, AKP’nin, türban yasağı ve ikna odalarını işleyen yeni reklam filmi üzerine yazıyorum.
Muhterem türbanlı arkadaş,
Sizin üzerinizden türban sorununa bininci kez gönderme yapan parti reklamını izledim ve adınıza bir kez daha üzüldüm. Ancak bu kez üzüntü ve tepkim, türbanlı olduğunuz için eğitim hakkınızdan mahrum bırakılmanıza değil.
O günler geçti. Şimdi üzüntüm, bir kadın, bir yurttaş ve birey olarak, inancınızın açık sömürü aracı oluşuna izin vermenizdendir. Ayrıca propaganda filminin, bir dönem sorun olan dini/siyasi gerekçelerle baş örtme isteğinizle hiçbir ilgisi olmadığını düşünmemdendir.
Türkiye’de türbanı yasaklayan bir yasa hükmü yoktu
Muhtemelen ‘yasak’, ‘hukuksal gerekçeleri’ ve tabii nasıl çözüldüğü konusunda çoğunuzun herhangi bir fikri yok. Bunu biliyorum, çünkü türbanlı çok öğrencim var! Üstelik yasak yıllarında ya doğmamıştınız ya çocuktunuz. Dolayısıyla önce ve kısaca işin ‘hukuk’ kısmını anlatayım. Hayli karmaşık bir süreç olduğu için, yalnızca referans kararlardan söz ederek:
ANAP, YÖK Kanunu’na ‘ek’ hükümle dini gerekçelerle baş örtmeye izin veren bir madde koymuştu. AYM 1989’da bu hükmü ‘laik devlette hukuk, referansını dinden almaz’ diyerek ‘haklı’ bir gerekçeyle iptal etti.
Ardından yine aynı kanuna bu kez, ‘üniversitelerde yürürlükteki yasalara aykırı olmayan kılık ve kıyafet serbesttir’ şeklinde bir ‘ek’ hüküm iliştirildi. Zira Türkiye’de türbanı yasaklayan bir yasa hükmü yoktu. Bugün de yok.
Malum siyaset esnafı, işin bu kısmını size hiç anlatmaz
AYM 1991’de, yeni düzenlemeye dair tartışmalı bir ‘yorumlu ret’ kararı verdi: Mealen dedi ki: ‘Yasa hükmünü iptal etmiyorum ancak bu ret kararımdan, türbanın serbest olduğu sonucu çıkarılmamalı.’ Tartışmalı bir karardı (okuduğunuz yazıya sığmayacak bir anayasa tartışması söz konusu). İdari yargı ve üniversite idareleri, bir zaman sonra bu tartışmalı kararlarla kendilerini bağlı saydı.
Ne yazık ki AİHM de Türkiye’ye uydu ve kesinlikle karşı çıktığım şahin kararını vererek, Türkiye devletini haklı buldu.
Anlayacağınız üniversitede türban, kendisini yasaklayan mevzuat olmamasına karşın, yargı kararları ve kararların yorumu/uygulamasıyla yasaklanmış oldu.
Ben şanslı biriyim. Mülkiye’de (SBF) o yıllarda da kimse kimsenin kılık kıyafetine müdahale etmedi. Ne yazık ki pek çok kurumda, otoriter kafa (buna taş kafa da diyebiliriz), yıllarca kadın öğrencilerin okul kapılarında peruk takışını izledi.
Yalnızca türbanlıya değil, özgürlük talep eden her kim varsa ona eziyeti maharet bilen, başta dönemin İstanbul Üniversitesi yönetimi olmak üzere diğer üniversite idareleri yaptı bunu. Şu anda, aslında hiç tanımadığınız ‘Nur Serter’li ikna odalarından’ söz ediyorsunuz.
Değerli kardeşim, aynı insanlar, yani Serter’ler, Alemdaroğlu’lar vb. yalnızca size değil, solculara da yapmadığını bırakmadı hatta bin beterini yaptı, endişeniz olmasın! Tabii demokrasiden nasibini almamış ‘büyükleriniz’, o reklam filmi ile üç beş seçmen tavlamaya çalışan malum siyaset esnafı, işin bu kısmını size hiç anlatmaz, nereden bileceksiniz değil mi?
Siyasal/toplumsal sorunlar mahkemede çözülmez
Bu arada, okuduğunuz satırların yazarı 2010’da Radikal İki’de, Türban Yasağı Ayıptır! başlıklı bir yazı kaleme almıştı. http://www.radikal.com.tr/radikal2/turban_yasagi_ayiptir-1022122.
İnanmayacaksınız ama İslamcı kesimin omurgalı olanlarını bir yana koyarsak, söz konusu yasağa, şimdilerde sırtını AKP’ye dayayıp kahramanlık destanları yazan muhafazakar üniversite hocalarınız pek gıkını çıkarmıyordu. Çünkü bu tavşan bokları, kokmaz bulaşmaz insanlar olduklarından her tür otoriterlikle gül gibi geçinip giderler. Günümüzde olduğu gibi!
Peki sorun nasıl çözüldü dersiniz? Siyasal/toplumsal sorunlar mahkemede çözülmez. Örneği yoktur.
Türban sorunu da yargı kararlarıyla vs. değil, AKP iktidarı döneminde toplumun dönüşmesi, bu yasağın giderek anlamsız bulunur hale gelmesi ve CHP’nin Kılıçdaroğlu ile birlikte başka bir siyaset benimsemesi ile mümkün oldu.
Kapalı kadınlar üniversiteye girdi, hiç kimse itiraz etmedi, hiç kimse mahkemeye gitmedi ve sorun, çözüldü. Buna mukabil türban sömürüsü bitmedi elbet. Görüyorsunuz işte.
Riyakârlığın alemi yok!
Kişisel olarak, o gün düşündüğümü bugün de savunuyorum. Bir temel hak konusu, yalnızca ‘türban’ çevresinde tartışılamaz. Olsa olsa ‘dini ve siyasi simgeler’ başlığı altında tartışılabilir. Belli ölçüler içinde, ırkçılığa, şiddete, ayrımcılığa çağrı yapmayan dini ve siyasi simgeler serbest olmalıdır.
Bir üniversite öğrencisinin kılık kıyafetine karışılamaz. Modacı olmadığım için insanların başlarını ne tarzda kapattıkları da beni hiç ilgilendirmez. Dini ve siyasi simgeler, kamu hizmetinde de serbest olmalıdır. Bakın yalnızca türbanınızdan söz etmiyorum. Tüm ‘dini ve siyasi simgeler’ diyorum.
Buna mukabil ‘iki’ alandaki sınırlamanın, anlamlı bir tartışmaya konu olabileceğini varsaymak mümkün. Görüntü olarak da ‘yansızlığa’ gereksinim duyan ‘adalet hizmetlerinde’ dini ve siyasi simge kullanılmasına karşıyım. İlkokul öğretmenlerinin durumuna ise hukukçular ve fırsatçı siyasetçiler değil, pedagoglar karar verir.
‘İlkokul öğretmenlerinin kapalı olmasının ne sakıncası var diyenler?’ bu satırları okuduktan hemen sonra ailelerine şu soruyu yöneltsinler: Ben yedi yaşındayken öğretmenim Musevi sembolleri taşıyor olsaydı, içiniz aynı şekilde rahat olur muydu? Alacağınız yanıtı tahmin ederim. Demem o ki, riyakârlığın alemi yok! Tek din, sizin dininiz değil.
Salya sümük ağlayan hemcinsiniz, hiç rahatsızlık vermiyor mu?
Üniversitelerde türban yasağı sorunu çözülmüş olmasına karşın hala kullanılmasında şaşıracak bir şey yok tabii. Ellerinde başka malzeme yok. Açılışı çoktan yapılmış tesisleri, seçim öncesi bir kez daha açmak gibi bir durum anlayacağınız. Türbanlı bacı aşağı, türbanlı bacı yukarı…
Beni asıl ilgilendiren, kadın/birey olup inançları doğrultusunda muhtelif simgeler kullanmak isteyen sizlerin, dinci erkek tayfası gözünde ‘türbanlı bacı’ statüsünden kurtulamayıp hala arsızca sömürülmeniz. Ve tabii belli ki önemli bir kesiminizin, ‘kullanılmaya’ teşne oluşu.
Propaganda filminde salya sümük ağlayan hemcinsiniz, hiç rahatsızlık vermiyor mu? Veriyorsa, nasıl olur da bu denli sessiz kalabilirsiniz? Vermiyorsa, yazık size.
2015 ilkbaharında ‘özgürlük’ ve ‘demokrasi’ sorunu denildiğinde, bu ülkenin yurttaşları olarak aklınıza türban mı geliyor? Kürt’ün anadilde eğitim talebiyle, Alevi’ye zorla verilen din dersiyle, şiddet gören göstericiyle, yolsuzluk iddialarıyla, torpil ve kayırmayla, doğa katliamıyla, hukuk dışılıklarla ilgili ne düşünüyorsunuz? Umurunuzda değil mi?
Mağduriyet bir ömür anlatılmaz
Kabul, demokrasi denilen zor zanaat ve yurttaş olmak zaman alacak. Herkes için ve sizler için de. Ayrıca üzerinizde müthiş bir muhafazakar erkek dünya baskısı duyumsadığınızı da biliyorum. Zaman zaman konuşuyoruz bunları, hiç olmazsa bir kısmınızla.
İyi de güzel kardeşim, o propaganda reklamının sonundaki, ‘ikna odalarını kuranlar millete özgürlük dersi vermeye kalkıyor’ ifadesindeki zihniyeti de mi görmüyorsunuz? Bu lafları edenin başı ha açık olmuş ha kapalı, ne farkı var?
İki dakika düşünün şu berbat cümle üzerine. Yurttaşın özgürlük talepleri üzerine. El kadar çocukken öldürülenlerin, kör edilenlerin, şiddet görenlerin, cezaevlerinde çürütülenlerin, anadilinde eğitim almak ve istemediği din dersinden muaf olmak isteyenlerin, Soma’da, Tuzla’da ve memleketin her yerinde hep ama hep ‘ölen’ emekçi ve yoksulların, o ikna odalarıyla ne ilgisi olduklarını bir düşünün.
Muhterem türbanlı arkadaş, mütedeyyin öğrenci; mağduriyet, mağdur olunan dönemin duygusudur. Bir ömür anlatılmaz. Sıkar insanları. Bıktırır. Hele ki çok büyük acılarla dolu böyle bir memlekette, illallah dedirtir. Şu berbat propaganda filmi gibi. İllallah dedirtir. İçimiz dışımız din olmuşken. İllallah dedirtir.
(diken.com.tr’den alınmıştır.)