ABD ile vize krizinin tırmandığı günlerde, Cumhurbaşkanı “Türkiye bir hukuk devletidir. Her şeyden önce biz bir kabile değiliz. Bir kabile devleti de değiliz” açıklamasını yaptı.
Cumhurbaşkanı, “kabile devleti” kavramını son yıllarda birçok kez kullandı. Başbakanlığı döneminde 2012 yılında, Türk işadamları ve Sanayicileri Konfederasyonu (TUSKON) 4. Genel Kurulu’nda, “Bu hükümet, arkasına karanlık güç odaklarını almadı” dedikten sonra ekledi: “Biz kabile devleti değiliz. Biz Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’nin bakiyesi üzerine kurulmuş bir devletiz.”
Günümüzde TUSKON yöneticileri hakkında, darbe girişiminde bulunan örgüt soruşturması kapsamındaki dava sürüyor.
“Kabile Devleti” kavramı dönemin Başbakanı tarafından aynı yıl içinde AKP Konya il kongresinde de gündeme getirildi. 2015 yılı Mart ayında, bu kez, “Biz adeta bir devletçik veya kabile devleti değiliz. Bakın bizim Cumhurbaşkanlığı forsunda 16 tane yıldız var. Bunun her biri bir devleti ifade eder. Biz buralardan buraya gelmişiz” sözleri gazetelerde yer aldı.
2016 yılı Kasım ayı sonunda, Polis Akademisi mezunları, Cumhurbaşkanı’nın şu hitabını dinlediler:
“Sevgili gençler, biz kabile devleti değiliz, çadır devleti de değiliz. Biz medeniyet inşa etmiş, bir medeniyet geleneğinin temsilcileriyiz.”
Örnekler çoğaltılabilir. Tabii ki, Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti değildir, olmamalıdır.
Niçin kabile devleti olmaması gerektiğini uzun uzun anlatmaya gerek yok. İlk yerleşik toplumla birlikte ortaya çıkan kabilelerde, siyasal örgütlenmenin önderleri, kabilelerin sözü geçen aile liderleri olmuştu. Böylece en ilkel yönetim biçimi kabile devleti ortaya çıkmıştı.
Toprak sahipliğiyle birlikte aristokratların ortaya çıkması, köleler dışında kalanların oluşturdukları meclislerle yönetim biçiminigeliştirdi. Böylece günümüzden 2 bin 500 yıl önce,o günlerin koşullarında belirlenen kurallara dayalı yönetimuygulamasına geçildi.
Ancak, bu dönüşüm, tüm coğrafyalarda eş dönemli olmadı. İslamiyet’in de başlangıç yıllarında Medine’de kabile anlayışının geçerli olduğu ve her kabilenin bizzat kendi başkanları dışında hiçbir siyasi otoriteyi tanımadığı biliniyor. Tabii bu durumda da kuvvetlinin zayıfı ezmesi doğal kabul ediliyordu.Kimi düşünürler, İslamiyet’in ilk dönemindeki kabile anlayışından uzaklaşılmasını devlet yapılanmasının da başlangıcı kabul ediyorlar.
Kabile devletinin sonlanması, belirlenmiş kurallara uygun yönetim biçimine geçiş sürecinin de başlangıcı oldu. Artık yönetimdehakim konumdaki kişilerin şahsi değerlendirmeleri değil, önceden belirlenmiş kurallara göre alınacak kararların geçerli olması ilkesinin kabul gördüğü devlet düzenine doğru yol alındı.
Şimdi akla şu soru geliyor: Ülkeyi devlet adına yönetme görevini üstlenen memur konumundaki valilere aşağıdaki uyarılarda bulunmakhangi devlet biçimiyle bağdaşır?
“Mevzuatla uygulama arasında sıkışıp kalmayın. Şekil şartlarına asla takılmayın. Sahadaki işler usul hatası olmadan yapılmaz. Hata yapmayacağım diye titizlenen iş yapamaz. İş mi yapacaksınız, mevzuata mı sarılacaksınız?”
Türkiye kabile devleti olmadığına göre, valiler yasalara mı uymalı, yoksa yasaların belirlediği şekil şartına, usule “takılmadan” iş mi yapmalı?