Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Dr. Dinçer Demirkent, 1 Kasım 2015 seçimlerinden bu yana yapılan tüm seçimlerin, olağan bir demokratik seçim kurumunun klasik ilkelerini barındıran seçim prosedürü örnekleri olmaktan çıktığını söyledi. Evrensel Gazetesi’nden Serpil İlgün’ün sorularını yanıtlayan Dr. Demirkent, “Zora dayanılarak kazanılan 1 Kasım, diktatörlük sarmalında önemli bir eşiğin geçildiği kritik bir seçim oldu” dedi.
Ekonomik krizle savaş harcamaları arasında kurulan ilişkiyi ve yerel seçimin neden beka meselesi olarak sunulduğunu daha iyi anlayabilmek için, ‘iktidar bloğu seçimleri nasıl ele alıyor’ sorusuyla başlayalım. Yeni sistemin inşası ve muhalefetin yapılandırılmasında seçimler iktidar bloğu açısından nasıl bir işleve sahip?
Doğrusu, 1 Kasım 2015 seçimlerinden bu yana geçirdiğimiz tüm seçimler, olağan bir demokratik seçim kurumunun klasik ilkelerini barındıran seçim prosedürü örnekleri olmaktan çıktı.
2013 Gezi ayaklanması sonrasında kendini gösterse de asıl olarak 7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan zor süreciyle artık kendini fiili olarak gösteren bir olağanüstülük içerisindeyiz. Zora dayanılarak kazanılan 1 Kasım, diktatörlük sarmalında önemli bir eşiğin geçildiği kritik bir seçim oldu. Bunu sarmal olarak adlandırmamın gerekçesi şu: Erdoğan’ın yarattığı her kriz sadece kendisine yetki devriyle aşılacak bir geçici fiili durum yaratıyor, sonuçta ona yetki veriliyor. 1 Kasım artık bu sarmalın geçiciliğinin de ortadan kalkacağının ilk işareti oldu.
Beka söyleminin de o dönem devreye girdiğini görüyoruz. Çözüm süreci olarak adlandırılan sürecin bitmesinden sonra beka sorunu gündeme geldi. AKP 7 Haziran’daki gibi tek başına iktidarını kaybedecek bir pozisyona düşemezdi. AKP’nin bekasına kendini bağlayan çıkar çevrelerinin bekası da söz konusu olduğundan “içerde ve dışarda yer alan düşmanlar” söylemiyle beka meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu nedenle 1 Kasım’dan itibaren yapılan seçimler değişti ve bunu da açık açık yaptı. 16 Nisan referandumunda 2.5 milyonluk mühürsüz oyu YSK açıkça kanuna aykırı olarak kabul etti. Ardından 24 Haziran seçimleri öncesinde çıkarılan ittifak yasası olarak bildiğimiz yasayla mühürsüz oylar geçerli sayılarak yasalaştırıldı. Sandık kurullarına ilişkin düzenlemeler gizlenmeden yapıldı. Yine, örneğin “Seçim yürütücü bakanlıklar” dediğimiz adalet, içişleri ve ulaştırma bakanlıkları iktidarın seçime müdahalesini engellemek için seçim sürecine girildiğinde tarafsızlaştırılır. 16 Nisan sonrasında bu da kaldırıldı; bu bakanlar artık doğrudan seçim sürecini de yürütecek. Bunlar kimin bakanları? İktidarın ya da Erdoğan’ın bekasını sağlamakla görevlendirilmiş memurlar. Seçilmiş bile değiller hem de, prosedürel olarak bile.
…
Ana muhalefet partisi umduğu sonucu elde etmemesine karşın 7 seçimdir neden muhafazakar seçmen miti dengesi içinde hareket etmeyi sürdürüyor? Ve AKP stratejisine karşı anlamlı bir siyaset geliştirme bir yana, örneğin ‘terörle yan yana gösterilmek’ten çekinerek iktidarın çizdiği sınırlar dışına çıkmamaya özen gösteriyor?
“Böyle yaparsam Erdoğan bana ne der” tutumu, açıkçası bugünü düşünen ve yarına ilişkin bir dönüştürme perspektifi, sosyalleştirme, hukukileştirme, politikleştirme perspektifi olmayan bir siyasal anlayış sonucu gelişiyor.
Sağ aday ve söylemle sağa seslenme stratejisi, CHP’deki istatistikçi sosyoloji ekolün ürettiği bir strateji. Bu bağlamda, dokunulmazlıkların CHP oylarıyla kaldırılması da çok kritik bir eşikti. Farklı tavırlar alınabilseydi bugün başka durumda olabilirdik ve bugün gerçek yerel seçim konuşuyor olabilirdik.
Evet, Türkiye’de bir olağanüstülük var, bu olağanüstülüğü değiştirecek şey CHP’nin Ankara adayı Mansur Yavaş’ın kullandığı “huzur” sloganı değil. Onu sağlayacak olan Türkiye’nin demokratik kanallarının açılması, demokratik kamuoyunun oluşması için medyanın, gazetecilerin, seçimlerin güvenliğinin sağlanması, adayların demokratik biçimde adilce yarışabilmelerinin sağlanması gibi güvencelerden geçiyor. Bunların talep edilmesi, bu taleplerin politikleştirilmesi, bu politikleştirmenin adım adım hayata geçirilmesinden geçiyor ve elbette bu sırada bir siyasal programın da yayılması, halk kesimlerinin akıllarına yeni bir ülke imgesinin yerleşmesi…
…
Erdoğan’ın beka veya ‘gıda teröristleri’ söylemindeki asıl hedef neresi? Tabandaki çözülmeleri engellemek mi, muhalefeti paralize etmek mi?
Erdoğan, burjuva siyasetin temel ilkelerinden biri olan ayrıştırma ve birleştirme siyasetini her zaman birlikte uyguladı. Yani evet, kendi seçmenini konsolide etme arzusu bu söylemin temel parçalarından biri fakat muhalefeti paralize etme işlevi de çok önemli. Çünkü bu söylemi kurduğunuzda muhalefet şuna bakıyorsa, -ki buna baktığını defalarca gösterdi-, “ben bu seçmenden oy alacağım, bu seçmen 100 taneyse 8’inden oy alabilirim, o 8’inden oy alırsam da şuradaki matematiği değiştirebilirim” hesabıyla bakarsa, yani muhafazakar seçmen mitine takılı kalırsa, Erdoğan’ın söylemi üzerine kendi siyasetini tanımlamaya devam ediyor demektir. Dolayısıyla siyasetsizleşmiş ve paralize olmuş hale gelir. Mermi lafı edildiğinden itibaren siz savaş politikasını eleştiremez hale gelirsiniz mesela. Fakat 100’ünde gözünüz olsa, o 100 kişiye “Ben size savaş vadetmiyorum” diyebilirsiniz örneğin. Ben size mermi değil, nitelikli bir eğitim, barış, nitelikli bir hayat, nitelikli sağlık, çalışma koşulları vadediyorum diyebilirsiniz.
Erdoğan’ın, partisinin yerel seçim manifestosunu açıklarken başvurduğu ‘kendine muhalefet etme’ taktiğini nasıl değerlendirirsiniz? Bu söylem, yaptıklarının veya yapmadıklarının yol açtığı sorunları üstlenmeme, iç ve dış düşmanlar olarak açıklama stratejisiyle uyumsuzluk teşkil etmiyor mu?
Bunun uzun zamandır izlenen çok önemli bir strateji ve şu anki söylemsel inşanın önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bakın, çok uzun zamandır Erdoğan kendini herkesten yalıtmış durumda. Kendini tek olarak konumlandırıyor. Çok uzun zamandır muhalefetle yan yana gelmiyor, ekranlara asla böyle çıkmıyor. Asla kendisine herhangi bir muhatabın olacağını düşünmüyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın yaptığı muhalefet bu teklik stratejisine uygun bir muhalefet. Kendisini kamuoyu önünde tartışabilir hale getirebilecek herhangi bir şeyden muntazaman kaçıyor. Kendisi tartışılabilir olmaktan çıkınca, gördüğü sorunları kendisi tartışıyor. Yaşanan bazı sorunları kabul etmek zorunda kalıp, “Ya yanlış yaptık ama artık yapmayacağız!” söylemini özenle ve büyük bir çabayla inşa etti. Bu öncesinde de dozaj dozaj vardı. İstanbul ve Uzungöl için “Biz bu kente/doğaya ihanet ettik” demişti hatırlarsak. Bunu yapıyor çünkü kendisine alternatif bir siyasal konuma asla tahammülü yok.
Söyleşinin tamamı için: https://www.evrensel.net/haber/373754/dincer-demirkent-akpnin-mermiden-baska-vadedecegi-hicbir-sey-yok