Türkiye’de siyaset büyük bir paradoks üzerine kurulu. Ülkenin varlığı ve kimliği hep “öteki” üzerinden tanımlanıyor. Bu öteki, istisnaları bulunmakla birlikte, Batı. Bir başkası üstünden tanımlanmanın kendisi bir paradoks olarak görülmeyebilir. Eğer, iddia edilen kimliğin tanımlanmasında başkasının değerleri belirleyici olmasa. Şöyle ki; Türkiye’deki siyaset aslında Batı’nın değerlerini değil, onun uygulanışını reddediyor.
Daha net ortaya koyarsak, Türkiye kendini siyaseten Batı’nın zıttı olarak tanımlıyor ama aslında Batı’nın değerlerini Batı’dan çok daha iyi savunup uyguladığını iddia ederek.
Türkiye Batı’dan daha demokrat, daha insan haklarına saygılı, daha adil, daha barışçıl. Ama Batı, Batılı değerleri salt çıkarları için kullandığı için aslında bu değerlerinin tamamının düşmanı. Bir başka deyişle, Batı’nın antitezi olan Türkiye aslında gerçek Batı olduğu iddiasında.
Paradoksun son halkası da burada tamamlanıyor. Türkiye Batı’dan daha Batı, çünkü Batı’dan farklı olarak Doğulu. Yani sadece Batılı çıkar ilişkilerinden etkilenmemiş bir Doğulu gerçekten Batılı olabilir.
Bunun doğal sonucu da şu oluyor. Devamlı Batı’ya isyan halinde Türkiye siyaseti. Hem tüm siyaset Batı’nın reddi üzerine kurulu. Hem de nihai hedef, Batı’nın hakikati, yani Türkiye’nin gerçek Batı olduğunu kabul etmesi. Bunun görülmemesi ise sürekli isyana sürüklüyor ülke insanını. Neşeli Günler filminde Şener Şen’in yaptığı gibi Batı’ya sık sık “giderim bak” deyip, dönüp tekrar soruyor “pişman oldun mu?” İşin özü şu; Türkiye bir yere gidemez, çünkü özü karşıtı üzerinden kurulmuş durumda. İyi olduğunu göstermek için sürekli ötekine, Batı’ya muhtaç. Doğu’nun “sen çok iyisin” demesi hiçbir zaman arzulanan tatmini sağlamayacak. Doğu’nun lideri olmak bile ancak Batı’nın bu hakikati gördüğü zaman bir anlam taşıyabilir. Türkiye bir gün bölgenin lideri olsa, liderlikten çok Batı’ya Doğu’nun doğruyu bulduğunu, yani hakikati, gösterme açısından önemi olacak bunun. 4-5 sene önceki liderlik senaryolarını hatırlamak yeterli.
Bu durumun pratik görünümü ise şöyle: Konu ne olursa olsun ahlak ölçütümüz Batı’nın ikiyüzlülüğünün ortaya konmasına dönüşüyor. Tüm etik değerler de Batı üzerinden tanımlanıyor. Batı’nın kötülüğü zaten bu denklem üstünden kuruluyor. Köprüyü, barajı kıskandığı için her türlü kötülüğü yapması örneğinde olduğu gibi. Ya da hemen her konuda Batı’nın çifte standart uyguladığı, adil olmadığı iddiasında olduğu gibi. Ama içeridekinin kötülüğü de yine Batı üzerinden tanımlanıyor. Türkiye’de yaşayıp devleti, hükümeti eleştiren mutlaka Batı’ya hizmet eden, satılmış bir karakter olarak tarif ediliyor. Ya da en iyi ihtimalle, gerçekleri göremeyen bir ahmak olmakla. Azınlık haklarını talep eden, aslında azınlık hakkını talep etmiyor da Batı’nın çıkarlarına hizmet etmiş oluyor mesela. Hiç olmadı “Türkiye’yi falan konuda kınadın da, Almanya’ya neden kınamadın” eleştirisi dillendiriliyor.
Ayrıntıya girmeyeceğim ama ülkedeki siyasi akımların da, kimliklerin de ağırlıklı olarak bu paradoks etrafında oluştuğunu düşünüyorum. Bu paradoksu çözmeden, herhangi bir konuda da sağlıklı bir yol tarif etmek mümkün olmayacak sanırım.