AKP ondört yıldır “mağduriyet edebiyatı” ile Türkiye’yi idare ediyor ya, bu işte ekmek gören TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da kervana katılmış. Bakın ne diyor:
“İş mahkemeleri açılan davaların yüzde 99,2’sinde işvereni haksız buluyor. Yani, hep işçi kazanıyor, işveren mağdur oluyor.”
(Hisarcıklıoğlu’nun sözleri nereden baksanız yanlış da, onu sonra değerlendireceğiz.)
Devamı şöyle:
“İşveren personeli çıkarırken tüm haklarını ödüyor”muş… Eeee, “sonrasında bu konuları kazanç kapısı haline getirmiş avukatlar devreye giriyor”muş ve “davayı işçinin kazanacağı gerekçeler yaratıyor”muş
Vah, vah, vah…
***
Birincisi, mahkemeler kimin haklı kimin haksız olduğuna karar vermezler, işlemin/edimin/fiilin vs.nin -geniş anlamda- hukuka, -dar anlamda- yasaya uygun olup olmadığına karar verirler. İş hukuku, yasa ile çok ayrıntılı düzenlenmiş bir alandır. Sizin kendinizi “haklı” görmeniz yetmez, yaptığınız işlemlerin yasaya uygun olması gerekir. Değilse, davayı kaybedersiniz. Onun için bir yargı kararı, “haklı bulma-haksız bulma” parantezine alınamaz.
(Biliyorsunuz, bizde herkes her zaman “haklı”dır ve herkesin hep “hakkı yenir”.)
İkincisi, konu “işten çıkarmalar”… Yaklaşık yüzde yüzlük oran “işçi-işveren uyuşmazlıkları”na dair değil, “işten çıkarmalar”a dair. Ama başkan, bu gerçeği bilerek çarpıtıyor ve iş mahkemelerine açılan “tüm davalar” gibi yansıtıyor.
Üçüncüsü, iş mahkemelerini ve yargıyı suçlamak -Erdoğan’ın kullanmayı çok sevdiği sözcüklerle- kimsenin hakkı da değildir, haddi de değildir.
Anayasanın 138. maddesi ne der:
“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Hisarcıklıoğlu, haddini aşmamalıdır.
Üçüncüsü, herhalde Hisarcıklıoğlu ile başka ülkelerde yaşıyoruz. On dört yıldır işçi haklarının sürekli geri gittiği, örgütlenmenin neredeyse sıfıra indiği, iş uyuşmazlıklarını temyiz organı olarak karara bağlayan Yargıtay’ın ilgili dairesinin kritik kararlarda “işveren lehine tavrı” ile tanındığı vs vs vs başka bir ülke…
***
Asıl çarpık bakışı devamı anlatıyor:
“İşveren personeli çıkarırken tüm haklarını ödüyor”muş.
(Bunun işverenin kendisini kurtarmak için işçiye imzalattığı daha çok “tüm haklarımı aldım” biçiminde bir kağıttan ibaret olduğunu biliyoruz. Ama, haklar eksik ödenmişse işvereni kurtarmaya yetmez. Bunca yıllık “işveren” Hisarcıklıoğlu bunu öğrenememişse, artık zahmet etmesin, öğrenemez.
Bir de not: Bu tür belgelere “yasal haklarım saklı kalmak kaydıyla” vb bir ibare düşmek adettendir ya, adettendir ama şart değildir; yazılmasa ya da tam tersine “yasal haklarımdan vazgeçtim” yazılsa da hukuksal bir sonuç doğurmaz. Çünkü, KİMSENİN YASAL HAKLARINDAN VAZGEÇME HAKKI YOKTUR!)
“Sonrasında bu konuları kazanç kapısı haline getirmiş avukatlar devreye giriyor (…), davayı işçinin kazanacağı gerekçeler yaratıyor”muş.
(Vay vay vay.
Bunlar ne mahir avukatlarmış da, “sonradan gerekçe” yaratabiliyorlarmış. Bu resmen bir iftira ama daha kötüsü şu, TOBB başkanı bir davanın “sonradan” yaratılacak delillerle değil, işlem tarihindeki hukuksal duruma göre karara bağlandığını bilmiyor mu? “İşveren personeli çıkarırken” yasaya aykırı bir şey ya da bir eksik ödeme yapmamışsa, o davayı kaybetmez. Asıl mesele, işverenin personeli çıkarırken “tüm haklarını” gerçekten ödeyip ödemediğinde… Buna karşın, TOBB başkanı herkesi yanıltmaya kalkıyor.)
***
Bu “mağduruz biz mağduruz” edebiyatının ana amacı ise şu: İşçi-işveren uyuşmazlıklarında arabuluculuk sistemine geçilsin:
“ ‘Arabulucuk Sistemi’ zorunlu olursa, bazı avukatların işveren aleyhine çalıştırdığı bu formüle kapı kapanır. Çünkü, işçi ‘Arabulucu’ önünde patronuyla uzlaşınca, artık avukat kışkırtmasıyla dava açamayacak.”
Hey yavrum hey…
(Vahap Munyar,17 Ağustos 2016, Hürriyet. Zaten, yazı esas olarak avukatlara yönelik bu suçlamaya İzmir Baro Başkanı Av. Aydın Özcan’ın haklı ve yerinde tepkisini aktarıyor. Aynı tepkiyi vermesi gerekenler Türkiye Barolar Birliği ve özellikle Yargıtay’dı. Tepki verdiler mi, bilmiyoruz.).
***
İşveren, işçiyi “istediğim gibi işe alayım, istediğim gibi işten atayım, kimse de beni engelleyemesin” istiyor; bunu da güçle, tehditle, sopa göstererek değil, ağlayarak yapıyor.
İşçiler şimdiden ağlamaya başlayın, yoksa işiniz zor…
Artık yeni slogan şu:
“Türkiye’nin tüm işçileri, ağlayınız!”