Fi tarihinde 12 Eylül’ün sopası sırtımızda, paşaların nefesi ensemizdeyken, aklı hür, irfanı ondan da hür nesiller yetiştirecek takati kalmış üç beş mazbut ve mazlum bilimci, derhal 1402 sayılı sıkıyönetim kanunundan yararlandırılacakları bir kampanyaya dahil edilmişlerdi. Üniversitelerde (çok afedersiniz) akademik özgürlük, mali özerklik sorunlarının, o zamanlar zigot halinde gelişmeyi bekleyen yegâne özgürlük sorunu “türban”a indirgenmediği yıllarda, bilimcilerin kalan son nefesleri de böylelikle kesilecekti. Maişet meseleleri ağır basınca 1402’den mağdur olan ulemanın çoğunluğu, dışarıda ilim arayışlarına bir son vermek zorunda kalacaktı. Efendim hatırlatmakta yarar var, 1402’liklerin öğretmen, eğitim emekçisi versiyonunda nevresim, gömlek ve bir takım mensucat satışı yapmaya çalışanları da yok değildi. O meşum, o karanlık yıllarda bizler, işsiz gezen öğretmenlerimizin, artık Allah ne verdiyse onu yapmaya çabalayan insanlar oluşuna tanık olmuş bir nesil olarak büyüdük. Ekmek, generallerin iki dudağı arasında, yaşam ise tek hücreli canlı türünde direnmeye çalışıyordu. Artık şunu öğrenmiştik, her “muhalif” faninin muhakkak bir kapanmayan 12 Eylül yarası vardı, kanadıkça acıtan, acıdıkça çoğalan…
Tam da milenyum (2000) senesindeki Mektebi Şahanenin tarihçilerinden Faruk Alpkaya’nın Atatürk’e atıfla “kafana tokadan başka hiçbir şey takmayacaksın çocuk” mahreçli Dreyfus davasını anlatacaktım ki, Elifhan Köse’nin taze yargılanma haberi geldi (1). Elifhan Köse, Berkin Elvan anmasına katıldığı için hakkında açılan davada 11 ay 20 gün ceza aldı (19.12.2014) ve ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılması’ kararı ile cezası ertelendi (2). Ancak bu karara ilişkin daha Yargıtay temyiz süreci var. Üniversitelerde baskı rejiminin kuruluşu aslında 12 Eylül’den çok önceye, 1940’ların meşhur Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (DTCF) soruşturmalarına kadar götürülebilir. Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran’ın üniversiteden atılmasıyla sonuçlanan bu cadı avı (1948), günümüzde uygulananlardan hiç de farklı değildi aslında; bunun için Mete Çetik’in kapsamlı mülakatlarda bulunduğu araştırmasına bakmak yeterli (3). Attila İlhan’ın Milli Şef ve Hitler döneminde aydınların cehennemini anlattığı “O Karanlıkta Biz” ve Rıfat Ilgaz’ın “Karartma Geceleri”ndeki gibi bir dünyadan bugüne gelmek için çok yorulmamışız anlaşılan. Ha 1940’lar ha 2000’ler… Pek de umutlanmamak lazım efendim; DTCF’nin muhbirlikte ve “müesses nizamı” muhafaza etmekte fevkalade mahir hoca nesli günümüzde tükenmiş değil, aksine evrim geçirmiş ve emniyet kuvvetleriyle, taş çıkartırcasına rekabet etmektedirler.
Artık sorunun ne zaman başladığının pek bir önemi yok gibi; malumaliniz her şeyin müsebbibi olmanın miladı pek tabi 12 Eylül 1980. Öyle ya darbeden hemen sonra ışık hızıyla çıkarılan ilk kanunlardan biri ne diye tahmin edersiniz: 2547 sayılı ve 06.11.1981 tarihli Yüksek Öğretim Kanunu. Demek ki neymiş, devletin ideolojik aygıtlara olan düşkünlüğü tartışılmazmış efendim. Pek meşhurdur ya “mazi kalbimizde yara” ve fakat atide yara kapanacak gibi değil efendim. Şimdi hatırımızdakilerin bir kısmını sayarak başlayalım öyleyse: Bir yeniden üretim müessesi olarak (güzide) üniversitelerimizin, DTCF karanlığından, 12 Eylül kuşatmasına, 1402’liklere, bir kitap (Paradigmanın İflası) yazdığı için üniversiteden atılan ve tutuklanan Fikret Başkaya’dan, üniversitedeki hukuksuzlukları web listesinde yazdığı için vatan-millet-bayrak tartışmasıyla linç edilmeye çalışılan Faruk Alpkaya’nın toka tartışmasına, Dilovası mücadelesi kitaplaşmış Onur Hamzaoğlu’na (4), derneğinin bildirisini basın açıklamasında okuduğu için suçlanan İlker Belek’e, dersinde Çanakkale savaşını anlatan Mukaddes Akdeniz’e, siyaset akademisinde ders veren Büşra Ersanlı’ya, Eğitim Sen üyesi olup görev süresi uzatılmayan Meryem Kurtulmuş’a ve Ahmet Bülent Özer’e, #diren tişörtü giydiği için suçlanan Timuçin Köprülü’ye, yerel yönetimin uygulamalarını yönelik eleştirilerini beğenmeyen belediye başkanı tarafından hakkında dava açılan ve beraat eden Ali Ekber Doğan’a, YÖK’ün bizzat aldığı türban kararını uyguladığı için hapis cezasına çarptırılan Rennan Pekünlü’ye… Sayı o kadar çok ki, listeler, tablolar oluşturur; rahatlıkla onlara her gün bir yenisini ekleyebiliriz.
Bu yaptığımız neye benziyor biliyor musunuz? Şimdi söyleyince hemen hatırlayacaksınız emin olun. Ray Bradbury’nin 1951’de yayınlanan ölümsüz eseri Fahrenheit 451’de kitap bulundurmanın büyük bir suç olduğu bir dünya anlatılır. İnsanlar sadece görsel araçlarla doyurulmakta, eskiye dair ne varsa, eskiyi hatırlatacak her şey ortadan kaldırılmaktadır. Ve elbette en önemli suç aleti kitaptır. En itibarlı meslek ise kitapları yakarak cuşa gelen rejimin itfaiyecileridir. İnsanlar buna direnebilmek için bir yöntem geliştirirler, her insan bir kitap olur. Evet, evet yanlış anlamadınız! Her insanın (tabii ki direnmeyi göze alan ve yaşadığı hayata hayat demeyen her insanın) en önemli vazifesi, kitapların istiklalidir. Direniş, her insana bir kitap ezberletir; böylelikle bu hafız ağabeyler ve ablalar gelecek nesillere eski kültürün, insanlığın son kalıntılarını, değerlerini aktaracaktır. Bu hazin hikâye daha sonraki yıllarda Fransız Yeni Dalgacılarından, meşhur yönetmen Francois Truffaut tarafından sinemanın kült bir filmi haline getirilir (1966). Boyun eğmeyen 1984 (George Orwell) ile kabule mazhar olan toplum için Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley) ve unutmaya karşı Fahrenheit 451! Hepsi birer bir kara ütopya ve ne dehşet vericidir ki hepsi gerçek!
Edebiyat ve sinemanın büyülü dünyasından gelgelelim bugünkü hal ve gidişatımıza. Bugünlerde üniversitedeki tahkikatlar, cadı avları ve bilumum baskılar, yıldırmalar, bezdiriler bir takım direnişçi unsur tarafından püskürtülmekte ama, buna örgütlü bir güçle karşılık veremeyenler sindirim sisteminin bir tür bakterisi haline getirilmektedir. Hem akademik hem de idari düzeyde yaşananlar içler acısı olmanın ötesindedir efendim. Burada sadece hakkında iptal ve yürütmeyi durdurma davaları açılmış ve son olarak 2014’te değiştirilen “akademik disiplin yönetmeliği”ne dikkatimizi celbetmek, dehşetin boyutlarını idrak etmek açısından kâfidir (5).
Bakınız 12 Eylül Hukukunun kalıntısı niteliğindeki yönetmeliğin (yürürlük tarihi 1982’dir) sadece 29.01.2014 tarihinde değiştirilen kınama cezası ile ilgili 6. maddesinin “ö” fıkrası ne diyor: Bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç vermek…Emin olunuz, bu en hafifi idi. Daha da ağırlaşan maddeler, gelse gelse Devlet Aklı’nın aklına gelecek tedbirler, disipline ilişkin suç ve ceza tanımları içermektedir. Mesela üniversite çalışanlarının olmayan “grev” ve “iş bırakma” hakkını engellemek için yine 2014’te değiştirilen “kamu görevinden çıkarma” başlığındaki 11. maddesi “a” fıkrasındaki bakalım, “İdeolojik, siyasi, yıkıcı, bölücü amaçlarla eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek suretiyle kurumların huzur, sükûn ve çalışma düzenini bozmak; boykot, işgal, engelleme, işi yavaşlatma ve grev gibi eylemlere katılmak ya da bu amaçlarla toplu olarak göreve gelmemek, bunları tahrik ve teşvik etmek, yardımda bulunmak”. Artık tefsirini zatıâlilerinize bırakıyorum.
Akademi, üniversite, bilim gibi kaygıları olan her insan evladının, bilhassa ulemanın bu yönetmeliği dikkatle okumasını şiddetle tavsiye ediyoruz efendim. Tüm bunları düşünerek korkuyla titreyiniz ki, değil akademide bilim yapmak, nefes almanın bile bir cezai müeyyide olduğu günlere tanıklığımız pek yakındır. Ama umut, bizi biz yapan geleceğe yelkenlerimizi açmadıkça kararmaya devam edecek. Peki o halde ne yapmalı? En azından tüm bunları hatırlamalı ve hatırlatmalıyız. Hepimiz birer kitap olmalı, kitaplarda vücut bulmalıyız ki geleceğimiz kâbusumuz olmasın. En azından her biri bir umut olan bir kitap…Ne de olsa “yaşamak hatırlamaktır”, bunu unutmamalı…
(1) Dündar, Can (2000) “Üniversitede Atatürkçülük Tahkikatı” (17.01.2000), http://www.candundar.com.tr/; Başkaya, Fikret (2005) “Üniversite kavramı ve Faruk Alpkaya ‘olayı’ ”, http://www.ozguruniversite.org/index.php/fikret-bakaya/guenluek/448-ueniversite-kavram-ve-faruk-alpkaya-olay-
(2) http://www.sendika.org/2014/12/berkini-anan-akademisyene-11-yil-hapis-cezasi/
(3) Çetik, Mete (2008) Üniversitede Cadı Avı, Dipnot Yayınları, Ankara.
(4) Terzi, Cem, Yuvayapan, Emel, Başer, Erkin (Der.) (2013) Kapitalizmin Kıskacında Doğa, Toplum ve Bilim: Onur Hamzaoğlu Olayı, Yordam Kitap, İstanbul; ayrıca bkz. http://www.onurumuzusavunuyoruz.org/
(5) Resmi Gazete (2014) “Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği”, RG 21.08.1982, Mükerrer no: 17789, http://www.mevzuat.gov.tr