Eğitim Sen yükseköğretim yasa tasarısında yer alan hükümlerin parça parça yaşama geçirildiğine dikkat çekerek, bunun üniversitelerin yıkıma sürüklenmesi anlamına geldiğini açıkladı. Eğitim Sen tarafından “Üniversitelerin Yıkıma Sürüklenmesi ve Araştırma Görevlilerinin Emeğinin Yok Sayılması Kabul Edilemez!” başlığıyla yapılan açıklamada, insan, toplum ve doğa yararına üniversite talep eden herkes bu tasarının yasalaşmasına karşı çıkmaya çağrıldı. Açıklamanı tamamı şöyle:
“AKP, 2012 yılında başlattığı ve sonrasında durdurduğu yükseköğretim yasa tasarısı çalışmalarını parça parça yaşama geçirmek istiyor.
TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi Ve Teknoloji Komisyonu’nda görüşülen ve kabul edilen yasa tasarısında üniversitelerin ve akademik yaşamın geleceğini yakından ilgilendiren düzenlemelerle geri dönüşü zor bir yola giriliyor.
1/837 esas numarasıyla görüşülen yasa tasarısıyla;
1 Ocak 2018 tarihinde yürürlüğe girmesi planlanan sistemle, atanacak araştırma görevlilerinin esnek ve güvencesiz istihdam biçimi olan 50/d ile atanmasına ve bu kişilerden doktorasını ya da sanatta yeterlilik eğitimini tamamlayanların, üniversite senatoları tarafından belirlenen ve YÖK tarafından onaylanan performans kriterlerini de karşılamaları koşuluyla sadece %20’sinin yardımcı doçent olarak atanması,
Doktora sonrası araştırmacı adı altında esnek ve güvencesiz istihdamın kapıları ardına kadar açılarak akademisyenlerin belirsizliğe mahkum edilmesi,
Tezli yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin projelerde “burs” verilerek esnek ve güvencesiz biçimde çalıştırılması,
Fen ve mühendislik bilimlerindeki lisans son sınıf öğrencilerinin bir yarıyılı özel sektör işletmelerinde, teknoparklarda, araştırma altyapılarında, Ar-Ge merkezlerinde ya da sanayi kuruluşlarında asgari ücretin net tutarının %35’i ücret ödenerek uygulamalı eğitimle tamamlamalarının zorunlu kılınması,
Üniversitelerin farklı alanlarda ihtisaslaşması için YÖK’ün yetkilendirilmesi,
Yükseköğretim alanının ikinci YÖK’ü olarak Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu kurulması,
Yükseköğretim kurumlarının eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetleri ile idari hizmetlerinin iç ve dış kalite güvencesi, akreditasyon süreçleri ve bağımsız dış değerlendirme kurumlarının yetkilendirilmesi amacıyla idari ve mali özerkliğe sahip, kamu tüzel kişiliğini haiz ve özel bütçeli Yükseköğretim Kalite Kurulu kurulması,
Üniversiteler bünyesinde “teknoloji transfer ofisi” adı altında sermaye şirketlerinin kurulması,
Eğitim programları ve kontenjanlarının planlanması amacıyla bünyesinde TOBB’unda bulunduğu Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu’nun kurulması,
Öğretim üyelerinin, devlet yükseköğretim kurumlarında fiilen 6 yıl görev yaptıktan sonra alanıyla ilgili Ar-Ge çalışması yürütmesi için üniversitesinin yönetim kurulu kararıyla bir yıl ücretli izine ayrılabilmesi,
YÖK’ün ve rektörlüklerin “makbul” gördüğü öğretim üyelerinin birer yıllık sözleşmelerle 75 yaşına kadar çalışabilmesi,
için düzenlemeler yapılmıştır.
Yükseköğretim alanında yaşanan sorunlara çözüm üretmek bir yana yenilerini ekleyeceği açık olan, hatta acil çözüm bekleyen kimi sorunları da derinleştirecek olan bu düzenlemeler üniversiteye ve akademiye yönelik yürütülen saldırıda önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Tasarının içeriğine daha yakından baktığımızda, karşımıza çıkan tablo şudur:
Ataması Yapılmayan Araştırma Görevlileri Sorunu Kapıda!
Araştırma Görevlileri Bir Yandan İşten Atılma Kaygısıyla Diğer Yandan Doktoralarını Başarıyla Bitirseler Dahi İşsiz Kalma ya da Yardımcı Doçentlik Kadrosuna Atanmama Tehdidiyle Karşı Karşıya Kalacak!
Çünkü tasarıya göre 1 Ocak 2018 tarihinden itibaren tüm araştırma görevlilerinin, yıllık sözleşmeli istihdam biçimi olan 50/d’ye göre atanması düzenlenmektedir. Bugüne kadar ısrarla savunduğumuz üzere 50/d’li araştırma görevlilerinin tamamının daha güvenceli olan 33/a’ya geçirilmesi talebimiz yok sayılmakta, araştırma görevlileri işten atılma kaygısı altında akademik çalışmalar yapmaya zorlanmaktadır.
Daha önce YÖK’ün 50/d ile ilgili düzenlediği Asistan Çalıştayı’nda sadece sendikamız 50/d ile istihdama karşı çıkmış, performans kriterlerine göre 33/a’ya geçişi kabul etmemiştir. Bu nedenledir ki bu düzenlemeye bugün karşı çıkıyormuş gibi yapanlar, o dönem bu uygulamayı savunarak söz konusu tasarının değirmenine su taşımışlardır.
Halbuki iş güvencesi olmayan bir araştırma görevlisi, asıl işini yani özgürce akademik faaliyetini ve araştırmalarını yürütebilme sorumluluğunu yerine getirmekten ziyade, işten atılmamak için maruz kaldığı iktidar ilişkilerinin kendisine yüklediği “diğer görevlerle” boğuşmak zorunda kalacaktır. Kaldı ki YÖK’ün ve üniversite yönetimlerinin araştırma konularına müdahale ettiği, hükümetin tutum ve yönelimlerine uygun biçimde kimi araştırma konularının fiilen yasaklandığı bir dönemde akademiyi güvencesiz istihdama mahkum etmek, muktedirlerin makbul gördüğü alanlarda ve yine onlar tarafından çizilen sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla akademik çalışma yürütülmesini zorunlu kılacaktır. Böylesi bir akademik yaşamda özgür bilimden, özgür düşünceden bahsetmek mümkün değildir.
Üstelik doktora ve sanatta yeterlilik sürecini başarıyla tamamlayabilen araştırma görevlileri için de sorunlar bitmemekte, aksine otuzlu yaşlarında doktor unvanı almasının karşılığı işsiz kalmak ile verilmek istenmektedir. Çünkü tasarıda açıkça, araştırma görevlisinin sadece %20’sinin, o da performans kriterlerini karşılamaları koşuluyla yardımcı doçentliğe atanabilmeleri hükme bağlanmak istenmektedir. Yardımcı doçentliğe ataması yapılmayan araştırma görevlilerinin, daha sonra kurumuna atanabilmesi için de en az bir eğitim-öğretim yılı, yurtiçinde veya yurtdışında farklı bir yükseköğretim kurumunda çalışması gerekmektedir.
Üstelik YÖK’ün yürürlüğe koyduğu ve doktorasını tamamlamış araştırma görevlilerinin ders verebilmesinin hedeflendiği düzenleme de göstermektedir ki AKP ve YÖK akademisyenlerin haklarını, emeklerini gasp ederek, onları hak ettikleri yardımcı doçent kadrosuna atamayı değil maliyet hesabı yaparak, güvencesiz biçimde çalıştırmayı amaçlamaktadır.
Doktora Sonrası Araştırmacı İstihdamı ile Esnek ve Güvencesiz İstihdamın Kapıları Sonuna Kadar Açılıyor!
Yapılmak istenen düzenlemeye göre doktora, uzmanlık ve sanatta yeterlilik eğitimini tamamlamış akademisyenlerin istihdam edildikleri üniversitede görev yapan öğretim elemanı kadrosunun % 5’ini geçmeyecek şekilde ve en fazla üç yıl süreyle “doktora sonrası araştırmacı” adıyla sözleşmeli olarak istihdam edilmesi planlanmaktadır.
Ayrıca bu kişilere, sözleşmeleri bittikten sonra memurluk veya diğer personel istihdam şekillerinden birine geçiş hakkı da verilmemektedir. Bununla birlikte “doktora sonrası araştırmacı” olarak çalıştırılacak bu kişilere en fazla “40.000 gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarı” yani en fazla 3800 TL ücret verileceği belirtilmektedir. Ancak yine aynı maddenin devamında ücretlerin YÖK tarafından belirleneceği şartı getirilmiş ve dolayısıyla YÖK’ün bir kararıyla söz konusu ücretin düşürülmesinin önü açılmıştır. Bununla da yetinmeyerek bu kişilere, belirlenen ücret dışında hiçbir yan ödeme yapılmayacağı, “mevzuatta aksine hüküm bulunsa dahi” belirlenen ücretin dışında herhangi bir ad altında ödeme yapılmayacağı ve sözleşmelerine bu yönde bir hüküm konulamayacağı belirtilmektedir.
Geçmiş dönemlerdeki özelleştirme deneyimleri hatırlanacak olursa yapılmak istenen, güvencesiz ve esnek bir istihdam biçimini cilalayarak pazarlamak ve yaşanacak hak kayıplarını görünmez kılmaktır.
Üstelik 33/a ile istihdam edilen bir araştırma görevlisi çeşitli tazminatlar almakta, emekliliğe dair haklar elde etmekte ve maaşı yaklaşık 4000 TL olarak düzenlenmektedir. Bu gerçek de hatırda tutulduğunda, söz konusu doktora sonrası araştırmacıların gelir, özlük hakkı ve gelecekleri açısından ciddi belirsizliklerle karşılaşacakları, güvencesiz istihdam nedeniyle yoğun emek sömürüsüne maruz kalarak mobbing ve angarya gibi sorunlarla yaşamaya zorlanacakları açıktır.
İkinci YÖK Geliyor, Üniversiteler Şirketleşiyor, Öğrenciler İşçileştiriliyor, Yükseköğretim Alanı Başkanlık Sistemine Uygun Hale Getiriliyor!
AKP ve YÖK, yükseköğretim alanını, üniversiteleri demokratikleştirmek yerine, sermaye çevrelerinin emrine sunacak, sarayın atadığı rektörlerin emrinde emir komuta zinciri içerisinde çalışacak, dolayısıyla daha fazla merkezi baskı ve denetim altına alınacak şekilde yapılandırmaktadır. Bu nedenledir ki AKP ve YÖK,
Üniversitelerin kurumsal özerkliklerini fiilen ortadan kaldıranlar, üniversiteleri insan, toplum ve doğa yararına değil sermaye ve kendi siyasi çıkarlarına uygun hale getirmek isteyenler, üniversitelerin farklı alanlarda ihtisaslaşması için YÖK’ü yetkilendirmeyi,
Üniversiteler bünyesinde “teknoloji transfer ofisi” adı altında sermaye şirketleri kurarak, üniversitelerin hakikat arayışı ve bilimsel bilgi üretme çabasından ziyade “sadece kar getirisi” olan işlere yoğunlaşmasını,
Yükseköğretim Kalite Kurulu kurarak, yükseköğretim hizmetini kamu hizmeti olarak değil şirket faaliyeti olarak değerlendirmeyi, böylelikle de üniverstilerin şirketleşmesini, öğrencilerin müşterileştirilmesini, akademik ve idari personelin de işçileştirilmesini sağlamayı,
Yükseköğretim alanının ikinci YÖK’ü olarak Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu’nu kurarak meslek liselerindeki dönüşüme paralel biçimde ve gençlerin işçileştirilmesi amacına uygun şekilde meslek yüksekokullarının dönüşümünü sağlamayı,
Fen ve mühendislik bilimlerindeki son sınıf lisans öğrencilerinin bir yarıyılı özel sektör işletmelerinde, teknoparklarda, araştırma altyapılarında, Ar-Ge merkezlerinde ya da sanayi kuruluşlarında asgari ücretin net tutarının %35’i ücret ödenerek tıpkı meslek liselerinde olduğu gibi işçileştirilerek öğrenimlerini uygulamalı eğitimle tamamlamalarının zorunlu kılınmasını,
Organize sanayi bölgelerinde, organize sanayi bölgesi veya Devlet üniversiteleri tarafından kurulan meslek yüksekokullarında öğrenim gören her bir öğrencinin işçileştirilmesi için eğitim desteği adı altında kaynak aktarılmasını,
Eğitim programları ve kontenjanlarının planlanması amacıyla bünyesinde TOBB’unda bulunduğu Yükseköğretim Eğitim Programları Danışma Kurulu kurarak, eğitim alanındaki yedek işsizler ordusunun sorunlarına çözüm üretmek yerine onları daha kolay yönetilebilir kılmayı
planlamaktadır.
Üstelik yasa tasarısında en masumane gözüken, öğretim üyelerinin 75 yaşına kadar çalışabilmesine yönelik yapılan düzenleme dahi AKP’nin ve YÖK’ün temel hedefini göstermektedir. Şöyle ki 75 yaşına kadar çalışabilecek öğretim üyeleri, YÖK’ün ve saray tarafından doğrudan atanan rektörlerin “makbul” gördüğü öğretim üyelerini kapsayacak ve her yıl yapılacak sözleşmelerle “makbullük” denetimine süreklilik kazandırılacaktır. Unutulmamalıdır ki “Bu Suça Ortak Olmayacağız” diyen, imzacı akademisyenlere destek açıklamasında bulunan duayen isimlerin üniversitelerde ders vermeleri engellenerek, akademisyenlerin haksız ve hukuksuz ihraç edilmeleri sonrasında öğrencilerin eğitim hakkı bizatihi üniversite yönetimleri tarafından yok sayılmıştır.
Esnek ve Güvencesiz İstihdama, Üniversitelerin Şirketleştirilmesine ve Zapturapt Altına Alınmasına Karşıyız!
Eğitim Sen olarak sonuçları üniversiteler ve akademi açısından yıkım olacak söz konusu tasarının Komisyon aşamasını yakından takip ettiğimiz, eleştirilerimizi ve önerilerimizi muhalefet partileriyle paylaşarak sürece müdahil olduğumuz bilinmelidir. Ancak bu tasarı, sadece sendikamızın ve üyelerimizin değil, üniversitelerin ve akademinin geleceğini yakından ilgilendirmesi, araştırma görevlilerinin emeğini, haklarını, geleceğini yok sayması ve yoksul ailelerinin çocuklarını işçileştirerek geleceklerine ipotek koyması nedeniyle başta muhalefet partileri olmak üzere tüm toplumun karşı çıkması gereken bir niteliktedir. Aksi halde, üniversiteler ve akademi geri dönüşü zor bir yola sürüklenecektir.
Bu nedenledir ki insan, toplum ve doğa yararına üniversite talep eden herkesi bu tasarının yasalaşmasına karşı çıkmaya çağırıyoruz. Tüm emek ve demokrasi güçlerini, kurulduğu günden bugüne üniversiteleri siyasi iktidarların emrine sunmak dışında bir rol oynamamış olan YÖK’ün “sessiz devrimini” teşhir etmeye ve bu sessizliği yırtmak için emeğin, demokrasinin ve özgür üniversitelerin sesi olmaya davet ediyoruz.”