Bugün 28 Şubat 2016; “vaziyet ve manzarai umumiye” kısaca şöyle: Türkiye artık başladığı bir cümleyi bile mantıki sonucuna ulaştıramayan bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor. RTE, Afrika seyahati arifesinde yaptığı konuşmada “Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara sadece sessiz kalırım” diyor ve hemen arkasından da ekliyor: “Verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum”.
İlginç bir “sessiz” kalış! Ya bir de konuşsaydı?
Etraftan şaşkınlık nidaları: Yoksa Tayyip Bey artık ne söylediğinin bile farkında değil mi? Öylesine kin ve nefretle doldu ki, artık bu konuda yandaş basında yazılanlara bile aldırış etmiyor mu? Öfke içinde, kendi neferlerini de azarlamaya mı başladı? Eskiden de ara sıra yaptığı “hizaya getirme” eksersizini bu kez yaygınlaştırmak mı istiyor? Üstelik Tayyip Bey, AYM’yi aşağılamakla yetinmiyor, bir de mahkemeleri bu kuruma karşı direnişe çağırıyor. Açıkça! “Kararı veren mahkeme bu karara direnebilirdi; diyor; o zaman AYM’nin kararı boşa çıkacaktı”. Bana 1970’lerde çevrilmiş bir filmi, (“Vanishing Point”i) hatırlatan bir hukuka direniş çağrısı..
***
Bu bir yorum; oysa farklı bir yorum daha var; belki daha da iç karartıcı. O da şöyle: Aslında Erdoğan, hiç de öyle öfkeyle, iradesine hâkim olamayarak ağzından bir şeyler kaçırmış değil. Söyledikleri planlı, soğukkanlı bir hesabın ürünü. Sükûnetle konuşması da bunun bir işareti. Ve hesapta da şu var: Anayasa Komisyonu’nun dağıldığı şu günlerde “Başkanlık” için geriye sadece “referandum” yolu kalıyor. Bunu kazanmanın yolu da, ancak ülkede gerginliği artırmak ve referandumu bir “plebisit”e çevirmekten geçiyor. 1 Kasım seçimlerinde geçerliliği kanıtlanmış bir yol. Ne var ki çok da dikenli bir yol. Üstelik Erdoğan’ın sadece dış hasımlarıyla değil, kendi neferleriyle de ters düştüğü bir sırada ve etrafımızda bombalar patlarken. Önümüzde zor günlerin olduğu ve artan gerginliğin ülkeye çok daha zarar getireceği ortada..
***
Tekrar başa dönelim; yine bir 28 Şubat günündeyiz. Belki bu “28 Şubat” da yeni bir “tarihi gün” potansiyeli taşıyor? Benim aklıma eski girişimler geliyor. Oysa arada önemli farklar var. Eskiden “önemli plan”lar yapanlar, önce Washington’un ve Brüksel’in yolunu tutarlardı. Erdoğan ise Fildişi Sahili’ne gidiyor; oradan da Gana’ya geçecekmiş? İlginç bir güzergâh! Fazla ikna edici -ya da “ürkütücü”- görünmüyor. Plansızlık mı, yoksa şaşırtmaca mı? Belki ikisi de değil; bezginlik, bitkinlik ve biraz da şaşkınlık? Bunu da üçüncü bir yorum olarak düşünebiliriz. Belki de en hayırlısı! Bekleyelim, görelim. Beklerken de haklarımıza sahip çıkmasını bilelim. Tıpkı “akademisyen müsveddeleri” ve “casus gazeteciler” gibi..