Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapılan Türkiye Bağımsız İktisat Öğrencileri Kongresi’nin açılışında SBF öğretim üyelerinden Altuğ Yalçıntaş’ın yaptığı konuşma:
“Kendimi tanıtarak başlayayım. Ben Mülkiye’nin İktisat bölümüne 1994 yılında lisans öğrencisi olarak girdim. Şu anda aynı bölümün 20. Sınıf öğrencisiyim.
Beni açılış konuşması yapmak için davet eden Eylül Seren Kösel ve Arda Hatipoğlu’na çok teşekkür ederim. Sizler de zahmet edip sabahın köründe buralara kadar geldiniz. Hepiniz sağ olun. Bana Türkiye’nin 10 farklı üniversitesinden ilinden, 150’nin üzerinde katılımcı olduğu söylendi. Bu kadar kalabalık bir organizasyonu yürütmenin türlü zorlukları var. Hepsini aşmış olduğunuzu görüyorum. Çok mutlu oldum.
Bu yılki kongrenin başlığı, “Yeni Türkiye’nin Ekonomi Politiği,” çok iyi seçilmiş bir başlık. Düzenleyenleri bu nedenle bir kere daha tebrik etmek isterim! Ben de bu başlığa uygun olacağını düşünerek “Yeni Mülkiye’nin Ekonomi Politiği” başlığını seçtim.
Bilemiyorum bunu bilmek ilginizi ne kadar çeker ama Mülkiye genel olarak Türkiye’nin bir modeli gibidir. Türkiye’de olan biten ne varsa ölçeği küçültülmüş şekilde Mülkiye’de de gerçekleşir. Bu gerçekten doğru!
Ne zaman ki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Yeni Türkiye’den bahseder oldu, ben de o zamandan beri Yeni Mülkiye üzerine düşünür oldum. Sorduğum soru şu: Acaba böyle Türkiye ve Mülkiye gibi özel isimlerin önüne “yeni” sıfatını getirince gerçekten yenileniyor mu bu isimler? Başka bir ifadeyle Yeni Türkiye ve Yeni Mülkiye gerçekten var mı?
Öncelikle Mülkiye nasıl bir yer, misafir olanlara bunu anlatmaya çalışayım.
- Mülkiye siyasal ve toplumsal geçmişi olan bir kurumdur. Bu okul komünist yetiştirir diye bilinir ama bu eksik bir bilgidir. Çünkü Mülkiye’de sadece komünist yetişmez, aynı zamanda liberal de yetişir, İslamcı da yetişir, Türkçü de yetişir, futbolcu da goygoycu da. Aynen Türkiye gibi yani – hatta son zamanlarda goygoycuların sayısı biraz arttı sanki. Her neyse, konumuz bu değil. Bunların hepsinin bir özelliği vardı: Mülkiyelilerin hepsi kati suretle muhaliftir. Bunu bir kenara not edin.
- Mülkiye aslında bir Osmanlı kurumudur. Mekteb-i Mülkiye-i Şahane-i Ali Osmaniye Cumhuriyet’ten önce kurulmuştur. Hatta Cumhuriyet’i kurmuştur. Dikkat ediniz, kimi zaman Cumhuriyet karşıtı söylemlerini duyduğumuz bugünkü hükümet milletvekilleri ve bakanları da Mülkiyelidir. Şu anki kabinede 4 Mülkiyeli, 2 Hukuk’lu, 2 de DTCF’li bakanın olduğunu, Başbakan danışmanının Mülkiye’de öğrencilik ve asistanlık yaptığını da hatırlatayım.
- Mülkiye’de yaratıcılık ve mizah eksik olmaz. Burada tüllap ve müderris olanlar bilirler. Bu kurum hareketli, canlı, dinamik bir mekândır. 1960 ve 1970’lerde olduğu gibi Gezi Olayları sırasında bu kurum fokur fokur kaynamıştır. Bunu sağlayan faktör kurumun kendine özgü düşünme şekli, mizahı ve yaratıcı dilidir. (Yukarıdaki resim Ocak 2015’teki yoğun kar yağışından sonra Mülkiye ve İletişim öğrencileri arasındaki kartopu savaşından sonra çekilmiştir.)
Burada bırakayım çünkü size ayaküstü Mülkiye propagandası yapmak niyetinde değilim. Zaten bu özelliklerin hepsi Eski Mülkiye’ye ait. Ben aslında Yeni Mülkiye’ye ilişkin bir iki söz söylemek istiyorum. Nedir bu Yeni Mülkiye?
Yeni Mülkiye’yi anlamak için Yeni Türkiye ne demek onu anlamak lazım. Şunu not etmem gerek: bir söylem olarak Yeni Türkiye eski bir söylemdir ve en azından bir söylem olarak yeni olan herhangi bir şey ifade etmez. 1961 yılında Yeni Türkiye Partisi adıyla bir parti kurulmuş, 1961 yılındaki genel seçimlerde %13 oy almıştır. Bu adla başka bir parti 2002 yılında kurulmuş ve herhangi bir seçime girmeden kendini lağvetmiştir.
Söylem olarak Yeni Türkiye’nin yeni bir şey ifade etmediğini söylesem de, Yeni Türkiye’nin varlığı konusunda birçoğunuzdan daha az şüpheye sahibim. Nedenini söyleyeyim. Benim için Yeni Türkiye kahve falı, ruhlar alemi ya da astroloji gibi bir şeydir. Ruhlar var mı? Yok. “Bugün canım çok sıkkın, çünkü Mars’ın yükseleni, bilmem ne gezegenin alçalanıyla çakışıyor” Böyle bir şey olabilir mi? Olamaz. Kahve falına bakarak evlenip evlenemeyeceğinizi, gelecekteki eşinizin ne iş yapıyor olacağını görebilir misiniz? Hayır, bu da mümkün değil. Fakat bunların hiçbiri mümkün olmasa da ruhlara, yıldız falına ve astrolojiye inananlar var. Öyle değil mi? O zaman siz de Yeni Türkiye’nin içeriğinin yeni bir içerik olduğuna inansanız da inanmasanız da Yeni Türkiye diye bir şey vardır. Yeni Türkiye’nin gerçekliği, ona inananların gerçekliğindendir. Yeni Türkiye vardır, çünkü Yeni Türkiye’ye inananlar yani Yeni Türkiye söylemi vardır.
Peki, Yeni Türkiye söylemi nereden çıktı? Bana göre Yeni Türkiye’yi ortaya çıkaran unsur, Türkiye ekonomisini ve Türkiye üniversite sistemini yakından ilgilendiren bir unsurla – rantla – çok yakından ilişkili. Başka bir ifadeyle, Yeni Türkiye’yi – ve birazdan söyleyeceğim gibi Yeni Mülkiye’yi de – bir söylem olarak ortaya çıkaran sebep son 10 küsur yıldır ağırlığını gittikçe arttıran rant ekonomisidir.
Rant ekonomisi derken kabaca inşaat sektöründen elde edilen geliri ve bu gelirin bölüşümünü kastediyorum. Etrafınıza bir bakın. Yeni havaalanları, AVM’ler, köprüler, tüneller, gökdelenler, saraylar, yenilenen binalar, asfalt ve duble yollar hepsi birlikte Türkiye’nin rant ekonomisini oluşturur. Buraya kadar yeni bir şey söylemiş olmuyorum aslında. Hükümet eden parti ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan dahil herkes Türkiye’nin rant ekonomisi gerçekliğini kabul ediyor.
Benim argümanım bu bilindik olan gerçekliğin bir parça ötesine taşıyor: Nasıl ki Türkiye ekonomisi son 10 küsur yıldır ranta dayalı kör topal bir büyüme oranını tutturduysa, Türkiye üniversite sistemi de ranta dayalı kör topal bir büyüme oranı tutturabildi. Ancak büyümenin bir maliyeti oldu: son 10 yıldır Türkiye ekonomisi ve Türkiye üniversiteleri büyük miktarlarda rant ürettiler. Biz ekonomide üretilen ranta “iktisadi rant”, üniversiteleri ilgilendiren ranta “entelektüel rant” ya da “fikri rant” diyelim. Tabii ki entelektüel rant kavramı Türkiye’ye özgü bir politikayla ilgili: “her ile bir üniversite politikası” ya da HİBÜP.
HİBÜP aslen bir eğitim politikası değildir. Ülkenin fikri ihtiyacı düşünülerek, genç nüfusun entelektüel ihtiyaçları gözetilerek oluşturulmuş bir politika değildir. Var olanı geliştirmek ya da halihazırda bilgiyi üreten kurumların sorunlarını azaltmak gibi amaçlarla yakından uzaktan etkisi yoktur. HİBÜP bir iktisat politikasıdır. Eğer siz bir kasabaya yeni üniversite kurarsanız, o kasabadaki rantlar yükselir. Rantlar neden yükselir?
Bir kasabaya yeni bir üniversite açarsanız, toplam talep canlanır. Yeni kafeler, yeni kitapçılar, yurtlar açılır. Kiralar yükselir. Pazar market alışverişi canlanır. Kampüs inşaatı için işgücü talebi, demir çelik talebi artar. Dahası, her yeni üniversite yeni akademik ve idari kadrolar demektir. Bu kadrolar hükümetin bürokratlarıyla doldurulur. Bu kadrolar daha sonra danışman, köşe yazarı, jüri üyesi olurlar ve hükümetin kendisi için çalışırlar.
Dikkat edin, bunların hiçbirinin fikriyatla bir alakası yoktur. HİBÜP genel olarak Türkiye’ye egemen olan rant ekonomisin önemli bir ayağıdır.
Dolayısıyla HİBÜP biz iktisatçıları yakından ilgilendiriyor. Diyebilirsiniz ki, “ne olmuş yani, daha çok kalkınma için daha çok köprü, tünel ve üniversiteye ihtiyacımız yok mu?” Ben bu meseleyi özet olarak da olsa ikinci sınıf iktisat bölümüne verdiğim İktisadi Düşünceler Tarihi derslerinde anlatıyorum. Bu konuya İktisadi Düşünceler Tarihi dersinde değinmemin bir gerekçesi var. O da “Rant Üzerine” yazan David Ricardo’nun 1817’daki analizinin bugüne ışık tutuyor oluşu.
David Ricardo kimdir? Ricardo uzun Brezilya dizilerindeki yakışıklı çocuğun ismi değildir. Ricardo bir İngiliz ekonomi politikçisidir. Milletvekilliği de yapmış kapitalist bir girişimcidir. 1817’de yayınlanan Vergilendirmenin ve Ekonomi Politiğin İlkeleri başlıklı kitabı Ricardo’nun en önemli kitabıdır. Ricardo bu kitapta başta değer kuramı, rant kuramı, dış ticaret kuramı ve makineleşme olmak üzere birçok konuda görüşlerini yazıya dökmüştür. Ben kalan süremde Ricardo’nun rant kuramı üzerine bir iki değinmede bulunup, bunu YM ve HİBÜP’e bağlamak istiyorum.
Şimdi, bir denge durumu düşünelim. Bu denge durumunda veri nüfusa yetecek kadar tarım arazisi üzerinde en verimli teknikler kullanılarak tahıl üretiliyor olsun. Güzel! Şimdi nüfusun arttığını düşünelim. Ne olur? Atıl duran arazileri tarıma açarız. Bu arazilerde üretilecek tahıl artan nüfusu besleyecektir. Fakat bir ayrıntı var. Yeni tarım arazileri en verimli araziler olamaz. Neden olamaz? Eğer yeni araziler verimli tarım toprakları olsaydı, nüfus artmamışken yani dengedeyken gider orada tarım yapardık. Denge durumunda verili arazide tarım yapıyor oluşumuzun nedeni bu arazilerin mümkün olan en verimli araziler olmasındandır. Eğer yeni tarım arazisi açacaksak zorunlu olarak daha düşük verimli arazileri tarıma açmak zorundayızdır.
Şimdi denge durumundan uzaklaşıyoruz. Verimi daha düşük olan arazilerde tarım yaparsak ne olur? Yeni arazilerde düşük verimle üretim yaptığımız için tahılın birim fiyatı artar. Neden? Çünkü düşük verim, girdileri verimli kullanamıyoruz demektir. Verim kaybı yüzünden daha pahalıya tarım yapacağız, bu da pazardaki tahılın fiyatını yükseltir.
Peki, halihazırda verimli üretim yapan arazinin ürünü bu durumdan nasıl etkilenecek? Tabii ki olumlu etkilenecek. Pazardaki tahılın fiyatı yeni açılan daha az verimli arazinin ürününün fiyatının yüksek olmasından ötürü, durduk yere bir gelir elde edecek. İşte biz bu gelire RANT adını veriyoruz. Yani eski toprak sahipleri nüfus arttıkça ekstra bir gelirin, yani rantın sahibi olacaklar.
Denge durumundan biraz daha uzaklaştığımızı düşünelim. Yani nüfus daha da artmış, yeni açılan araziler de yetmez olsun. Daha yeni arazileri tarıma açalım. Ne olur? Rant daha da artar.
Sonuç olarak, tarıma açılan her yeni arazi ekonominin yarattığı rantı daha da arttıracak. Verimsizlik ekonominin geneline yayılacak. Eğer bir ekonomide rantın kaynağını arıyorsanız, en azından Ricardo’ya göre, verimsizliğin miktarına ve kaynağına bakmanız gerekir.
***
Peki, gelelim günümüze. Ricardo’nun rant kuramı ne kadar güncel? Bu kuram bugünü ne kadar açıklıyor? Bence Ricardo’nun rant kuramı, işleyiş mantığı göz önüne tutulduğunda, çok güncel. Bu kuram önce Yeni Türkiye’yi sonra Yeni Mülkiye’yi açıklıyor.
Öncelikle, Ricardo’nun rant kuramı Yeni Türkiye’yi açıklıyor. Yeni Türkiye’nin ekonomisi bir rant ekonomisidir. Bu rant Ricardo’nun aksine tarım sektöründe değil ama inşaat sektöründe üretilir. İnşaat sektörü Yeni Türkiye’nin lokomotif sektörü olduğu için, bu sektörün ürettiği rant Yeni Türkiye’nin yönetici sınıflarının cebine gider. İnşaat sektörünün ürettiği rant Türkiye ekonomisinin ne kadar verimsiz çalıştığının da bir endeksini verir bize. Rantlar ne kadar yüksekse, Türkiye’de verimsizlik de o kadar yüksektir. Bu nedenle, birçok popüler iktisatçının yazılarında dediği gibi inşaat dışında katma değer yaratan endüstriler geliştirebilmeliyiz. Rant ekonomisini pekiştirmemiz bir tür çıkmaz sokaktır. Artan nüfus karşısında artan rantlar sadece yerleşik yönetici sınıfların cebini dolduracaktır. Refahı getirmeyecektir.
Ricardo’nun rant kuramı Yeni Mülkiye’nin de içinde olduğu HİBÜP’ün işleyişini de açıklıyor. Nasıl?
Türkiye’de genç nüfus artıyor. Dikkat edin: 19. yüzyılın başlarında İngiltere’nin çözmeye çalıştığı sorunun bir benzeriyle biz bugün boğuşuyoruz. Artan genç nüfus Türkiye toplumunun ekonomik ve fikri hayatında çeşitli değişikliklere yol açıyor. Örneğin toplam talep artıyor. Başta da eğitim talebi. Her yıl artan sayılarda genç nüfus liselerin, yüksek okulların ve üniversitelerin kapılarına yığılıyor. Artan nüfus sadece patates, kumaş, kıyma ve demir çelik talep etmiyor. Artan nüfus diploma da talep ediyor.
Peki devletin artan genç nüfusun diploma ihtiyacına ilişkin bulduğu çözüm nedir? HİBÜP. Yani her ile yeni bir üniversite. Bakın, 1987’de 29 tane devlet üniversitemiz vardı. 2011’de bu sayı 103’e çıkmış. Devlet diyor ki “böyle giderse yakında üniversite sınavlarını yapmaya gerek kalmayacak çünkü her isteyen bir üniversiteye yerleşecek.” Bakınız, mantık 19. yüzyıl mantığı. Artan nüfusu beslemek için yeni tarım arazisi yani yeni üniversite açıyoruz.
Peki, yeni üniversite açınca ne oluyor? Ricardo’dan hareketle fikri ekonomi yani üniversite sistemi entelektüel rant üretiyor. Tekrar edelim: fikri ekonomi entelektüel rant üretiyor. Bu rantın sebebi, aynen Ricardo’nun dediği gibi, düşük verimle çalışan üniversite sektörüdür. HİBÜP Mülkiye, Boğaziçi, ODTÜ gibi kurumların akademik ve fikri sorunlarıyla uğraşmıyor. Özgür düşünce, üniversite özerkliği gibi meseleleri ağzına aldığı yok zaten. Ama ne yapıyor? Yeni üniversiteler kuruyor. Yani demir çelik talebini arttırıyor, iktisadi rant üretiyor. Bunu yaparken aynı zamanda fikri rant da üretiyor.
Yeni üniversiteler henüz yolun başında olduğundan eğitim ve idari açıdan verimsizlikle mücadele etmek zorundadır. Yani bu kurumların yüksek verim ve yüksek prestij elde etmesi için daha çok uğraş vermesi gerekir. Oysa Mülkiye gibi aristokratikleşmiş kurumların prestij elde etmek kaygısı yoktu. Bu kurumlar, aynen 19. yüzyılda toprak ağaları ve lordları gibi, oturduğu yerden bir prestij elde ediyorlar. Herkesin gözü açık: yeni kurulan bir üniversiteden ziyade kökleşmiş üniversiteler her zaman daha iyi eğitim kurumlarıdır. Bu kurumlar, yeni üniversiteler açıldıkça durduğu yerde ekstra prestij sahibi olurlar. Mülkiye fikri ekonomide devlet eliyle yaratılan fikri rant sebebiyle durduğu yerde prestijine prestij katmaktadır. Mülkiye reklam yapmaz. Türkiye insanı Mülkiye’nin ne demek olduğunu bilir. Buraya gelen öğrenciler çok nadiren şans eseri buradadır. Mülkiyelilik’in tanıtıma ihtiyacı yoktur. Mülkiyeliler için belirsizlik minimum düzeydedir. Buranın mezunları belli yerlere girerler. Yeni açılan üniversiteler gibi iş, prestij ve kimlik sorunuyla mücadele etmezler. Mülkiye Türkiye ölçeğinde aristokratik bir kurumdur. Bu aristokrasiyi bugünkü hükümet yaratmıştır. HİBÜP Yeni Mülkiye’yi ortaya çıkaran sebeptir.
Şimdi tekrar soruyorum: Yeni Mülkiye diye bir şey var mı? Evet, yarattığı sonuçlar itibariyle Yeni Mülkiye diye bir şey vardır, bunu reddedemeyiz. Peki, Yeni Mülkiye’nin kültürünü kabul etmek zorunda mıyız? Bu fikirle barışık olmalı mıyız? Hayır! Nasıl ki Ricardo ancient regime ile mücadele ediyor, aristokrasinin hak etmediği rant gelirine karşı parlamentoda mücadele veriyor ve bu konuda makaleler ve en az da bir kitap yayınlıyorduysa, biz de bugün devlet eliyle kurulan Yeni Türkiye’ye ve Yeni Mülkiye’ye karşı mücadele vermeliyiz. Çünkü Yeni Türkiye ve Yeni Mülkiye’nin “yeni” olan hiçbir yanı yoktur. Aynen ruhların, yıldız fallarının ve astrolojinin varlığı gibi Yeni Türkiye’nin ve Yeni Mülkiye’nin varlığı da fiktiftir, yani sanaldır. Yeni Türkiye’nin ve Yeni Mülkiye’nin varlığı ekonomide verimsizliği, fikriyatta fakirliği yeniden üretir. Yeni Türkiye’nin ve Yeni Mülkiye’nin varlığı Türkiye’nin zenginliğinin değil, Türkiye’yi ve Mülkiye’yi yöneten sınıfların gelirini arttırır. Bu gelir yani fikri rant bugün Mülkiye’de de savunuluyor. Eğer aranızda devletin politikalarıyla mücadele eden kimse varsa, sizler aynı zamanda Yeni Mülkiye’yi savunan aydınlarla da mücadele etmelisiniz.
Şunu soruyor olabilirsiniz: “Ne yani, Yeni Mülkiyeliler olarak havadan fikri ranta sahip oluyorsunuz. Buna da itiraz mı ediyorsunuz?” Eğer bu soruyu soruyorsanız ben de size başka bir soruyla cevap vereyim: Sizler verimliliği düşük bir üniversite ve Yeni Mülkiye, Yeni ODTÜ, Yeni Boğaziçi gibi havadan fikri ranta konan kurumlardan mı yanasınız, yoksa daha yüksek verimlilikle çalışan genel bir üniversite sisteminden mi? Bu kurumun bir sloganı vardır, “Öne Mülkiye sonra Türkiye” diye. Benim bir Mülkiyeli olarak verili durumdan rahatsız olmamın sebebi Mülkiye’deki aksak gidişat değil, Türkiye’deki aksak gidişattır. Biz Mülkiyeliler tercihimiz bu şekilde koyduk. Siz de bir tercih yapın, Yeni Türkiye’ye karşı mücadele edin.”